Korkuya açılan altın kapı kazazede filmleri

18 Ocak 2018

Issız bir adaya, ormana düşmek, uzayda kapana kısılmak hatta bir kayalığın arasına sıkışmak veya tabutun içinde kalmak... ‘Aramızdaki Sözler’ her daim popülerliğini koruyan diğer kazazede filmlerini akla getiriyor. Korkuya açılan kapı görevini üstlenen bu yapımlar nedeniyle uçağa binmek ya da dağcılık sporuyla ilgilenmek eskisinden daha zor oluyor

Özellikle uçak kazalarının konu alındığı filmler hem Hollywood hem de izleyici tarafından oldukça seviliyor. Halkaya son olarak ‘The Mountain Between Us’ (Aramızdaki Sözler) eklendi. Ödüllü ve romantik yapımların güzel ismi Kate Winslet ve karizmasıyla çok canlar yakan Idris Elba’nın başrolünü üstlendiği yapım, konu olarak klişe. Gazeteci Alex Martin (Kate Winslet) ve doktor Ben Bass (Idris Elba), Idaho’daki kar fırtınası nedeniyle havalimanında mahsur kalıyor. Ben’in acil olarak yetişmesi gereken bir ameliyatı, Alex’in ise düğünü var. Ne yapacaklarını bilemeyen ikili, özel bir uçak kiralayarak yola çıkmaya karar veriyor. Tahmin edildiği gibi, uçak havalandıktan bir süre sonra karla kaplı bir dağın tepesine düşüyor. Pilot ölürken kazadan yaralı kurtulan ikili için hayatta kalma mücadelesi başlıyor. Kazazedeler, açlıktan ve soğuktan ölmemek için yürüme kararı alıyor ve ikinci yolculuk başlıyor. Böyle bir kaza geçiren siz olsaydınız ne yapardınız? Sanırım kimse başına böyle bir şey gelmeden ne yapacağını ya da yapamayacağını bilemez. Filmimizin kahramanları Alex ve Ben de bilmiyor. Bu yüzden yolculuk onların aslında kendilerini de keşfetmelerini sağlıyor. 2011’de Charles Martin’in yazdığı kitaptan uyarlanan yapım, akla kazaları konu alan filmleri getiriyor.

127 Saat

“Yuh! O ne yaptı öyle” diyerek şaşkınlığınızı gizleyemeyeceğiniz film, dağcı Aron Ralston’un gerçek hikayesi. Ralston’u James Franco canlandırıyor. Genç dağcı Ralston, Utah yakınlarında tırmanış yaparken kolu büyük bir kayanın arasında sıkışıyor. Ve tam 5 gün boyunca kolunu kurtaramayan Ralston, aç ve susuz kurtarılmayı bekliyor. Kurtarma umudu tükendiğinde de kendi çözümünü kendi buluyor.

Gri Kurt

Bir uçak düşmesi hikayesi de Gri Kurt’ta karşımıza çıkıyor. 2011’de vizyona giren filmde, Alaska’da petrol sondajında çalışmak için görevlendirilen bir ekibin içinde bulunduğu uçak dağlık bir alana düşüyor. Ottway (Liam Neeson) ve ekibi, bir yandan soğuk ve açlığa çözüm ararken bir yandan da aç kurtlara yem olmamak için savaşmak zorundadır. Başından sonuna kadar insanın koltuğunda oturmasını zorlaştıran bir etkiye sahip.

Devamını Oku

Nerede bu iyi insanlar?

4 Ocak 2018

Arif ve 216 karakterlerini ‘Arif V 216’ filmiyle Yeşilçam nostaljisinde usta isimlerle bir araya getiren Cem Yılmaz, ‘G.O.R.A.’dan sonra en başarılı filmine imza atıyor. Film; diyalogları, akışı ve kendilerini ti’ye alan esprileriyle “İyi insanlar sadece filmlerde mi olur?” sorusuna cevap arıyor

Cem Yılmaz’ın G.O.R.A. filminde çok sevilen Arif ve 216 karakterlerini 1969 yılında maceraya çıkardığı ‘Arif V 216’ filmi vizyona girdi. Filmin konusu kısaca şöyle: Yeşilçam filmleri izleyip, oradaki dünyayı seven ve “Ben de insan gibi yaşamak istiyorum” diyerek dünyaya, eski dostu Arif’in yanına gelen 216, kısa sürede mahallenin karışmasına neden oluyor. 216 için “Mahallede uzaylı istemiyoruz” eylemleri yapılıyor. FBI, CIA da uzaylının peşine düşüyor. Arif, olayların büyümemesi için zaman makinesiyle 216’yı geldiği zamana yollamaya çalışırken 216, makineyi hayalini kurduğu insanların yaşadığı, 1969 yılına ayarlıyor.

Gittikleri zamanda görme engelli Pembe Şeker’e aşık olan 216 geri dönmek istemiyor. Arif, hem can dostu için hem de tanıştıkları ailenin akşam Sadri Alışık’ın oğlu Kerem’in sünnet düğününde sahne alacağını öğrenince biraz daha kalmaya razı oluyor. Ancak iş adamı Besim’in 216’yı görüp çoğaltma isteği ve 216’nın da bunu kabul etmesi işleri karıştırıyor. 216 ve Arif’in arasının açılmasıyla Arif geleceğe dönüyor. Fakat geçmişi değiştirmek haliyle geleceği de değiştiriyor ve robotların ele geçirdiği bir dünya ile karşılaşıyor. Arif, medeniyetin çöktüğü dünyayı düzeltmek için tekrar geçmişe dönmek zorunda kalıyor.

Diğer bir güzel olay da filmde seslendirilen Tarkan’dan Kuzu Kuzu, Fındıkkıran; Mustafa Sandal’dan Aya Benzer, Araba; Kenan Doğulu’dan Kandırdım ve Yonca Evcimik’ten Bandıra Bandıra şarkılarının telif hakları Türk Eğitim Vakfı (TEV) ile Mehmetçik Vakfı’na bağışlanıyor.

‘Kötü kadın’ Ahu

Film, tam anlamıyla Yeşilçam’a saygı duruşu. Nostalji rüzgarı ile absürt komedi iç içe geçiyor. Zeki Müren, Filiz Akın, Cüneyt Arkın, Ajda Pekkan, Sadri Alışık, Ayhan Işık film sayesinde bu anlarda şimdiki genç kuşakla buluşuyor. Dostluk vurgusu öncelikler arasında. Zeki Müren ve Arif’in atışmaları şahane. “Kaç yaşındasın sen?” esprisini hiç beklemediğim anda duyunca oldukça şaşırdım. İşin kısası Yılmaz’ın G.O.R.A.’dan sonraki en iyi filmi diyebilirim.

Devamını Oku

Renklerin özgür adamı

28 Aralık 2017

Kimileri için kulağını kesen bir deli, kimileri için ‘Yıldızlı Gece’nin ölümsüz ressamı. Bir gerçek var ki doğanın sunduğu tüm renkleri en canlı haliyle, özgür ruhuyla tuvale yansıtan bir adam o. Vincent Van Gogh’un gizemli ölümünü 853 tabloyu birleştirerek anlatan ‘Loving Vincent’ filmi, ressamın tabloları gibi büyülüyor

Film, bugüne kadar gördüğüm en ilginç ve sadece verilen emek için bile büyük saygıyı hak eden yapımlardan. Kare kare Van Gogh’un üslubuyla çizilmiş tablolardan oluşturuldu. 125’den fazla ressamın 853 tablosu kullanıldı. Sanatçılar, tabloları Polonya ve Yunanistan’daki stüdyolara giderek çizdi. Yapım aşaması 6 yıl sürdü. Dorota Kobiela ile Hugh Welchman’ın yönettiği ve Douglas Booth, Jerome Flynn, Robert Gulaczyk ile Helen McCrory’in yer aldığı filmde, karakterler de Van Gogh’un tablolarına yansıttığı kişiler olarak ele alındı.

Tabloların dünyası

Hollanda’nın Groot-Zundert köyünde bir papazın çocuğu olarak dünyaya gelen Van Gogh, okulu yarım bıraktı. Bir resim galerisinde memur olarak çalışmaya başladı. Aşık olduğu Ursula evlilik teklifini kabul etmeyince bunalıma girdi. Kendini Paris’te buldu. Fakat öfkeli hali işten kovulmasına neden oldu. Farklı farklı işler denedi ama içindeki resim aşkı onu bırakmadı. Fakirlikten hastalandı. Kardeşi Theo yardımına yetişip onu Brüksel’e götürdü. Ressam Ridden van Rappart’tan ders aldı bir süre. Kardeşinin maddi desteğiyle resim yapmayı sürdürdü. Bir daha hissedemeyeceği duyguları kuzeni Kate’e hissetmeye başladı ancak Kate’den de olumsuz cevap aldı. Kendini tamamen resme verdi. Paris’te yaşadığı 1 yılda 200’den fazla resim yaptı. 1888’de Güney Fransa’da Arles kasabasına yerleşti. Güneşine ve renklerine aşık olduğu kasabada bir başka ressam Gaugin ziyaretine geldi. Bir akşam aralarındaki tartışma büyüdü ve Van Gogh eline aldığı usturayla Gaugin’e zarar vermemek için kendi kulağını kesti. Kesilmiş kulağını bir hayat kadınının ellerine bıraktı. Ve bu haldeyken de kendi resimlerini yaptı. Halüsinasyonlar görmeye başlayınca kendi isteğiyle Saint - Remy akıl hastanesine yattı. Hastaneden çıktıktan sonra Paris’te tarlalara resim yapmaya gittiği bir gün karnından vurulmuş bir şekilde kaldığı eve döndü. 2 gün sonra, dahiliği öldükten sonra anlaşılan Van Gogh’un yaşamı son buldu. Kardeşi Theo da bu acıya dayanamadı ve kısa süre sonra vefat etti. 37 yıllık kısa yaşamında yüzlerce tablo yapmasına rağmen sadece ‘Kırmızı Üzüm Bağı’ tablosunun satıldığını görebildi. Bütün özgür tekniğini yansıttığı ve akıl hastanesinin penceresinden resmettiği ‘Yıldızlı Gece’ tablosu en bilineni oldu.

Film, Van Gogh’un ölümünden sonra flashback’lerle geçmişte yaşananları sorguluyor. Ressamın tablosunda 16 yaşındayken yer alan Armand Roulin, filmde bir postacının oğlu. Ressamın ölmeden önce yazdığı mektubu bir yakınına vermek için yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta ressamın hayatındaki acılara, hayal kırıklıklarına ve onu ölüme götüren sebeplere şahit oluyor. Ancak Van Gogh’un kendi kendini vurması hakkında şüpheler duyuyor. Tüm araştırma süreci Van Gogh’un sonsuz renkleri arasında sürüp gidiyor. Renkler, diyaloglar, karakterlerin değişimi şahane. Tablolardan oluşmuş bir filmi izlemek de ayrıca etkileyici.

Devamını Oku

Film değil de dizisi iyi gider

26 Aralık 2017

Tüm dünyada neredeyse her platformda bolca reklamı yapılan ‘Bright’ izleyiciyle buluştu. Tolkien’in Orta Dünya’sının polisiye bir öyküyle anlatıldığı film “keşke dizi olarak seri halinde sunulsaymış dedirtiyor”

Netflix’in yaklaşık 100 milyon dolarlık dev yapımı ‘Bright’ yayınlandı. Başrollerinde Will Smith (Daryl Ward) ile Joel Edgerto (Nick Jakoby) rol alıyor. Orta Dünya’nın modern dünyaya aktarıldığı filmde Smith, Los Angeles Polis Teşkilatı’nda görev alan bir polis memuru. Irkı İnsan. Ortağı Nick Jakoby ise teşkilatın ilk Ork üyesi. Filmde tam bir ırklar arası kaos söz konusu. Çok fazla ayrımcılık ve düşmanlık var. En kısa haliyle Elf’ler elit kesimi, İnsanlar orta sınıfı, Ork’lar ve diğerleri de üçüncü sınıfı temsil ediyor. Ork’lar için günümüz dünyasının siyahileri de diyebiliriz. Ne kadar bir şeyler için çabalasalar da kendilerine duyulan ırkçı hislerin ve ayrımcılığın önüne geçemiyorlar. Filmin girişinde Ward’un bir Ork tarafından vurulması ve Jakoby’nin vuranı yakalayamaması da polis teşkilatında Ork’lara karşı nefreti tırmandırıyor. Ork’ların insanlara ihanet edeceği düşüncesiyle Jakoby’i teşkilattan kovmanın planları yapılıyor. Bu sıralarda Ward’un Jakoby’nin tüm iyi niyetine karşılık takındığı tutum can sıkıcı.

Fantastik ırkların bir arada yaşadığı filmde, haliyle büyü işleri de eksik olmuyor. Her istenileni gerçek kılan sihirli değneği bulan ikili, kendilerini kehanetlerde bahsedilen savaşın ortasında buluyorlar. Sokak çeteleri, değneğin büyüsünü isteyen polisler ve Elfler, Ward ile Jakoby’nin peşine düşüyorlar.

Ayrıntı eksik

Filmin yönetmen koltuğunda ‘Suicide Squad’ ve ‘Fury’ filmlerine imza atan David Ayer oturuyor. ‘Suicide Squad’da yaşanan hayal kırıklığı burada da yaşanıyor. Beklentilerin yüksek olduğu filmde, yaratılan dünyanın, karakterlerin tam olarak anlatılmaması büyük eksiklik. Eğer fantastik karakterler hakkında pek bir bilginiz yoksa izlediğiniz şeyin ne olduğunu anlamanız çok zor.

Madem ki böyle bir dünya yaratıldı o zaman neden 2 saatlik bir film yapılıyor. Yap en az bir sezonluk dizi, anlat iyice karakterleri, dünyayı bak o zaman nasıl dilden dile tavsiye edilen yapımlar arasına giriyor. Tam bu sırada filmin ikincisinin de onay aldığını eklemekte fayda var tabii ama ben yine de dizi fikrinde kararlıyım.

Devamını Oku

Herkes için Star Wars

15 Aralık 2017

İlk Düzen’e karşı isyan planlarının ortaya çıkmasının ardından kaçışa geçen, bir yandan da Jedi düzenini tekrar kurmaya çalışan direnişçilerin hikayesinin anlatıldığı ‘Star Wars: The Last Jedi’; hikayesi, derinliği ve romantizm havasıyla yeni dönemin geldiğini söylüyor. Basit diliyle hiç bilmeyenler için bile izlenilesi bir Star Wars filmi sunuyor

Star Wars efsanesi ‘The Last Jedi’ ile devam ediyor. Bayrağı J. J. Abrams’dan devralan senarist ve yönetmen Rian Johnson, hikaye ve karakterlere çok şey katıyor. 2015 yapımı bir önceki film ‘The Force Awakens’de hafiften bir dejavu duygusu yaşanırken, Johnson kendi yolunu daha cesur bir şekilde çizmeyi başarıyor.

Star Wars serisini hiç bilmeyenler için bile oldukça anlaşılır ve keyif veren bir anlatım sunan film, 3 olay etrafında şekilleniyor. Asıl olayımız eski imparatorluk çöktükten ve yerine kurulan İlk Düzen’e isyan eden ‘Direnişçi’lerin kaçışı. General Leia (Carrie Fisher) komutasındaki gemide savaşını sürdüren az sayıdaki kişi, direnişin kıvılcımını güvenli bir şekilde canlı tutmaya çalışıyor. İkinci olayımız Rey (Daisy Ridley), Luke Skywalker (Mark Hamill) ve Kylo Ren (Adam Driver) yüzleşmesinde gelişiyor. Jedi felsefesini öğrenmek isteyen Rey, Usta Luke’a gidiyor. Zamanla işler değişiyor ve Luke ile Kylo arasında yıllar önce yaşanan, Kylo’nun karanlık tarafa geçmesine neden olan olayı anlamaya çalışıyor. Eğer Kylo’yu ikna edip kendi taraflarına geçirebilirse savaşı da bitirebileceğini düşünüyor. Kylo, Han Solo’nun ardından çelişkiler içinde. Rey de bunun farkında. Diğer olayımızda ise Finn ve utangaç direnişçi Rose, artık ışık hızında kendilerini takip edebilen İlk Düzen gemisinin şifrelerini kırmak için bir şifre kırıcının peşine düşüyor. Star Wars filmlerinin vazgeçilmezi, her karakterin anlamlı bir şeyler yapması ya da yapmaya çalışması burada da var. Olaylar zinciri ara ara karmaşıklık hissettirse de akış rahatsız etmiyor.

Fisher’a veda

Film, kendine ait ince bir espri anlayışına ve romantizme sahip. Yer yer salondan kahkahalar eksik olmuyor. Johnson, gerçek hayatta aramızda ayrılan, Prenses Leia karakteriyle özdeşleşmiş Carrie Fisher’a vedamızı da çok dozunda yapıyor. Johnson bunu kullanarak duygusal bir travma yaşatmıyor. Onun yerine Fisher’ın o naif hareketlerini son kez keyifle izlememizi istiyor. Bu açıdan nerede, nasıl duracağını da çok iyi biliyor.

Filmin genel yapısı umut aşılıyor. Jedi düzeni ve güç konusunda daha derinlikli bilgiye sahip olmamızı, karakterleri daha iyi anlamamızı sağlıyor. İster uzayda ister dünya üzerinde, hangi savaş olursa olsun asıl kazananların silah tüccarları olduğu mesajını da eksik etmiyor.

Devamını Oku

Korku dünyası

7 Aralık 2017

Dünyayı saran korkular, sinema sektöründe vücut buldu. 5-10 milyon dolara çekilen filmler 200 milyon doların üzerinde hasılat elde etti. Son olarak 35 milyon dolara çekilen ‘IT’ filmi yapımcısına 603 milyon dolar kazandırdı

Dünyaca ünlü İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking’in yapay zeka uyarısı, kısa süre önce Elon Musk’tan da geldi. Musk ve 100 robot uzmanı bir süre önce BM’den öldürme yeteneği olan robotların geliştirilmesi ve kullanılmasının yasaklanmasını bile talep etti. Benim yazdıklarım, sizin okuduklarınız bir film senaryosu gibi geliyor değil mi? Korkular insanlara neler yaptırıyor...

Yıllardır insanlar, hayvanların hatta eşyaların bile güçlenerek ya da insanlardan daha zeki hale gelerek insanlığı yok etme korkusuyla yaşıyor. Sadece yapay zeka da değil elbette. Seri katiller, uzaylılar, şeytanlar, birkaç karakterli psikopat insanlar, yanlış deneyler sonucu mutasyona uğrayanlar, vampirler vs...

Bu korkuları en canlı kanlı haliyle sinemada görebiliyoruz. Korkular, dünya pazarını değiştiriyor. Yapımcıların da iştahı kabarıyor. Korku filmlerinden elde edilen bütçeler gün geçtikte artıyor. Çok düşük bütçelerle çekilen filmler, yatırımcısına kaybettirmiyor. Böylece sinema sektörünün kalbi Hollywood yeniden yapılanıyor. Görsel efekt teknolojisi her gün geliştirilirken, oyuncular da korku filmlerinde rol almaktan kariyerleri açısından korkmuyorlar. Dünyadaki bu değişim haliyle Türkiye’ye de yansıyor. Neredeyse her hafta bir korku filmi vizyona giriyor ve yapımcısının yüzünü güldürüyor.

Korkunun gücü adına

Yatırımcısına son dönemde en çok kazandıran yapımlara baktığımızda korku filmleri açık ara öne çıkıyor. ABD’de yaşanan siyahi ırkçılığı temeline alan ve sadece 5 milyon dolara çekilen ‘Get Out’ filminin kazancı tam 252 milyon dolar. Çoğul kişilik bozukluğu hastası, 23 farklı karaktere sahip olan Kevin’in hikayesinin anlatıldığı ‘Split’ (Parçalanmış) 9 milyon dolara çekildi. Dünya çapında elde ettiği gelir 276 milyon dolar. Sadist oyuncak bebek Annabelle’nin yeni hikayesi ‘Annabelle: Creation’ 15 milyon dolara çekilirken yapımcısına 292 milyon dolar kazandırdı. Yamyam palyaço Penywise’ın çocukları önce korkutması ardından öldürmesi de en ilgi çekenlerden. 5 Eylül’de vizyona giren ve 35 milyon dolara mal olan ‘O’ (IT) adlı yapım, sadece ilk hafta 150 milyon dolar kazandı. Şimdiye kadar dünya genelinde kazandığı para tam 694 milyon dolar. Deneyler sonucu zekileşen maymunlarla yapılan savaşları konu alan ‘Maymunlar Cehennemi’ serisinin son filmi ‘Savaş’ 150 milyon dolara çekildi. Ve yaklaşık 500 milyon dolara yakın hasılat elde etti. Aynı şekilde yapılan deneyler sonucu ortaya çıkan canavarların konu edildiği ‘Alien’in son filmi ‘Covenant’ın bütçesi sadece 97 milyon dolardı. Kazancı 250 milyon dolara yakın oldu. Sinemanın en sevilen korku yapımlarından Testere’nin son filmi Jigsaw Efsanesi, 10 milyon dolara çekildi. Kazancı 98 milyon dolar.

Devamını Oku

İzlenme rekorları kıran cinayetler

23 Kasım 2017

Aksiyon, suç, gerilim ve psikoloji sevenler için Netflix’in iki yeni dizisi ‘The Punisher’ ve ‘Mindhunter’ın ilk sezon bölümleri yayınlandı. Çok sevilen çizgi roman karakteri Frank Castle’ın intikam mücadelesini anlatan ‘The Punisher’ ve özellikle seri katillerin psikolojilerini anlamaya çabalayan FBI ajanlarının hikayesi ‘Mindhunter’ şimdiden ‘En iyi diziler’ arasına girmeyi başardı

Kış geldi! Mevsimin ilk karı birçok şehre düştü. Uzun kış gecelerinin en güzel tarafı, elimizde sıcak içeceğimiz, battaniye altında uzanmışken dışarıda yağan yağmur ya da kar eşliğinde seçtiğimiz yapımları izleyebilmek. Son dönemin popüler psikolojik rahatsızlığı olan ‘gündemi kaçırma’ sendromunu sanırım daha az hissedeceğimizden telefonu da bir kenara bırakıp rahatlıkla ekrandaki yeni dünyaya odaklanabiliriz.

Halihazırda ne izleyeceğini bilmeyen veya listesine yenilerini eklemek isteyen yabancı dizi severler için iki önerim var: ‘The Punisher’ ve ‘Mindhunter’. İki dizi de Netflix yapımı. The Punisher’ın 9.1, Mindhunter’ın ise IMDb puanı 8.7.

Aksiyon aksiyon üstüne

The Punisher, bir çizgi roman karakteri. Oyunlarının ardından filmleri yayınlandı. Ardından da ‘Daredevil’ dizisinin 2’inci sezonunda görüldü. Frank Castle (Jon Bernthal) yani nam-ı diğer The Punisher, Marvel’in her çizgi roman karakterinden ayrı ayrı ekmek yeme sevdasından nasibini bayağı aldı. Castle’ın hayat hikayesi aslında biraz klişe. Ailesini yok eden kötü adamlardan intikam almaya çalışırken, New York’un yeraltı dünyasından daha derinlere uzanan bir komplonun da gün yüzüne çıkmasını sağlıyor. Zamanla da intikamının yanı sıra adaletsizliklerin de peşine düşmeye başlıyor. Bu uğurda hiç acıması yok. E haliyle aksiyonun ardı arkası kesilmiyor.

Özellikle ‘The Walking Dead’ dizisindeki rolüyle tanınan Jon Bernthal’in canlandırdığı Castle, çizgi roman dünyasında çok sevilen bir karakter. Dizi, karakteri yansıtma başarısı sayesinde hayranları tarafından beğenildi. İlk sezonun 13 bölümü yayınlandı.

Diğer dizimiz Mindhunter, aksiyondan ziyade psikoloji sevenler için daha ilginç bir konuya sahip. 1970’lerde geçen dizide, FBI’da ders de veren ajan Holden Ford bir arabulucu. İnsanları rehin alan suçlular ile görüşüp elinden geldiğince kimsenin zarar görmemesini sağlıyor. Ancak bazen her şeyi doğru yapsa da olayların farklı bir şekilde ilerlemesinin ve birilerinin ölmesinin önüne geçemiyor. FBI’da Davranış Bilimci olan Bill Tench de aynı konu üzerine kafa yoruyor. Bir araya gelen ikili, suçlu psikolojisini anlamaya çalışıyor.

Geçtiğimiz günlerde “Çocukluğunda neler yaşadığını bilmediğimiz kimseyi gerçekten anlamamız mümkün değildir” diye bir cümle okumuştum. Bu diziyle çocukluklarını bilsek de yeterli olmayacağını anladım. Çok daha derin araştırmalar gerekiyor. Kahramanlarımız da bu yüzden seri cinayetlerde katilin nedenlerini öğrenmek için çabalıyorlar. Böylece belki de olaylar gerçekleşmeden önleme şansları olabileceğini düşünüyorlar. Bu konuda sınırları da zamanla ortadan kalkıyor. Gerçek suçlularla bir araya gelmeye başlıyorlar. Dizi, bir yandan da suçlular için “Öyle doğulur mu, olunur mu?” sorgulamasını yapıyor.

Devamını Oku

Turgul’un mesajı 12’den vuruyor

10 Kasım 2017

Yeşilçam’ın iki ustası Yavuz Turgul ile Şener Şen ‘Yol Ayrımı’ filminde bir kez daha bir araya geldi. Kapitalist ekonomik sistemin kölesi iş adamı Mazhar’ın bir kaza sonrası yaşamını kökten değiştirme hikâyesinin anlatıldığı filmin mesajı, senaryonun bilinirliği ve sahnelerin tekrara düşmesine rağmen 12’den vurmayı başarıyor

Beklenen an geldi. ‘Muhsin Bey’, ‘Eşkıya’, ‘Gönül Yarası’, ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ ve ‘Av Mevsimi’ gibi Türk sinemasının önemli yapımları arasında yer alan filmlere imza atan senarist ve yönetmen Yavuz Turgul’un yeni filmi ‘Yol Ayrımı’ vizyona girdi. Birçok filmde birlikte çalıştığı Şener Şen de bir kez daha filmin başrolünü üstlendi. Yedi yıllık aranın ardından iki büyük isim yan yana gelince haliyle heyecanlanmamak elde değil.

Film, ‘Yılın İş Adamı’ ödülünü kazanan tekstil patronu Mazhar Kozanlı’nın (Şener Şen) ödül törenindeki konuşmasıyla açılıyor. Kozanlı; yaşam enerjisi çekilmiş, ruhsuz, insani duygularını kaybetmiş, tamamen işe odaklanmış biri. Yemekte bile hesap kitapla uğraşanlardan. Oğluna, kızına, eşine birer eleman muamelesi yapıyor. Gram duygu yok. İşleri büyütmek için yapmayacağı şey de...

Ve bir gün yaşadığı travma hayatını değiştiriyor. Resmen duvarları yıkılıyor ve altından duygular fışkırıyor. “Dünyaya başka gözle bakıyor” dedikleri gerçek oluyor. Empati kurmaya, yağmuru izlemeye başlıyor. Hayatındaki zincirleri kırmak için de bir dakika bile düşünmüyor. Çalınmış hayatını geri kazanmak için çırpınışlar başlıyor.

Büyük patron Kozanlı’yı en çok etkileyenlerden biri de işten çıkardığı işçilerin yaşam savaşı oluyor. Onların yaşadıkları sıkıntıları görünce bir şeyler yapmaya karar veriyor. Ancak işin içine para girince haliyle Kozanlı ailesi resti çekiyor. “Hepimiz bu şirkete emek verdik, paramızı öyle dağıtamazsın” sesleri yükseliyor.

Tiyatro etkisi

“Bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ben daha az geçilmişinden gittim ve bütün farkı yaratan bu oldu.” Peki Kozanlı, bu büyük yol ayrımında hangi taraftan hayatına devam edecek?

Filmde Şen’e, usta oyunculardan Çiğdem Selışık Onat ve Rutkay Aziz’in yanı sıra Nihal Yalçın, Mert Fırat, Tilbe Saran, Ruhsar Öcal, Defne Kayalar ve Şerif Erol eşlik ediyor.

Devamını Oku