Ölüm silahı uzaylı Predator, dünyaya düşüyor ve insanlar tarafından hapsediliyor. Kaçma kovalamacanın yaşandığı film, eğlenme amaçlı izle-geçten öteye gidemiyor
İlk kez 1987’de ‘Av’ filminde karşımıza çıkan zeki yaratık Predator, çok sevildi. Başrol Arnold Schwarzenegger’i bile geri plana atıp bütün ilgiyi üzerine çekmeyi başardı. 1990, 2004, 2007 ve 2010 yıllarında devam filmleri geldi. Diğer avcı yaratık Alien ile de karşı karşıya getirildi. Serinin 6’ncı filmi ‘Predator: Avcı Güçlendi’ bugün vizyona girdi. Açıkçası, koltuğuna kurul izle ve yoluna devam et modundaki yapımlardan biri daha...
Süper zeki
Predator, kaçış sırasında dünyaya düşüyor ve insanlar tarafından uzaylı araştırma merkezine kapatılıyor. Ardından da olayların üzerini kapatmak isteyen ABD hükümeti keskin nişancısı Quinn McKenna’yi daha önce yaratıkla çarpıştığı için tutukluyor. McKenna, uzaylılardan ele geçirdiği bazı teknolojik aletleri bir şekilde öncesinde evine yolluyor. Ancak, nasıl bir dahilikse oğlu bunları kullanmayı başarıyor ve böylece Predatorların radarına giriyor. Sonrasında da sürprizzz, ikinci bir avcı ortaya çıkıyor. ‘Yav he he’ denilecek türden olaylar böyle sürüp giderken, ana mesajımız insanların yeryüzündeki diğer canlılara göre çok daha tehlikeli olduğu. Biz bunu biliyorduk gerçi ama yapımın ekibi bir kez daha vurgulamak istemiş. Yönetmenliğini Shane Black’in üstlendiği filmde bazı sahneler birbirinden kopuk. Makaslama yapılırken dozu biraz kaçırmışlar anlaşılan.
Netflix’in gizli bir sorgu merkezinde yaşananların anlatıldığı Hint yapımı korku türündeki dizisi ‘Ghoul’, 3 bölümde yayınlanan bir film gibi. Yapımın çekildiği mekan korku unsurları açısından merak uyandırıcı ama dizinin geneli bunu zirveye taşıyamıyor
Netflix, yerel yapımları bünyesine kazandırma konusunda oldukça iddialı bir şekilde ilerliyor. 100’ü aşkın yapım çoktan hazırlandı bile. Avrupa’nın yanı sıra ilk defa Ortadoğu ve Afrika’dan da yapımlar bu yıl Netflix çatısı altında kendine yer buldu. Şirketin sloganı da fena değil: “Menşeine değil, hikayesine bak”. Her zaman söylediğim şey, aslolan hikayedir. Oyunculuklar belki çok iyi olmayabilir, belki iyi yönetilmeyebilir ama hikaye sizi bir yerden yakalarsa yapımın başarısız olduğunu söyleyemeyiz.
Netflix de farklı topraklardaki, kültürlerdeki konuları tüm dünyaya açıyor.
Bu hafta Hint yapımı korku dizisi ‘Ghoul’ da bu anlayışla seyirciyle buluştu. Burada ilginç olan Hindistan deyince akla ilk olarak korku yapımı gelmez. Rengarenk kıyafetler, danslar ve hem eğlendiren hem hüzünlendiren, mesajını da eksik etmeyen yapımlar gelir. Bu konuda ters köşe yapan Netflix, korku dizisi seçimi ile beni şaşırttı.
3 bölümden oluşan dizi, bir askeri sorgulama uzmanı olan Nida Rahim’in (Radhika Apte) gizli bir gözaltı merkezinde göreve atanmasını ve sonrasında yaşananları anlatıyor. Rahim, müslüman ve ülkesine sıkı sıkıya bağlı bir asker. Henüz açılış sahnelerinde profesör olan babasının öğrencilerine müfredat dışı bilgiler öğrettiğini öğrenince onu şikayet ediyor. Babasını resmen terörist yerine koyuyor. Gözü kara...
Said, Nida’ya emanet
Nida’nın özellikle bu gizli merkeze atanmasının bir nedeni var. Teröristlerin başı Ali Said yakalanıyor ve sorgusunu Nida’nın yapması isteniyor. Fakat bırakın sorguyu yapmayı, bütün merkezde Ali Said geldikten sonra hayatta kalma mücadelesi başlıyor. Doğaüstü güçlerin etkisiyle ortalık savaş alanına dönüyor. Mr. Robot izleyenler iyi bilir. Hacker kahramanımız kötü insanların sırlarını ortaya çıkarıyordu ilk zamanlar, sonra işler büyüdükçe büyüyordu. Ali Said’in hedefinde de kötülük yapmış, birilerine zarar vermiş insanlar var. Bu sırada ana hedef de Nida’yı bazı gerçeklerle yüzleştirmek. Devlet sistemine karşı bolca mesajlı.
Başköşeye sevginin gücünü koyan ‘Bajrangi Bhaijaan’, Pawan ve doğuştan konuşamayan Munni ile duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Pawan, Munni’yi ailesine kavuşturmaya çalışırken iki ülkenin düşmanlıklarıyla da baş etmek zorunda kalıyor
İki yakın arkadaş Audrey ve Morgan’ın, bir ajan edasında aksiyona atladıkları ‘The Spy Who Dumped Me’, komedi-aksiyonu birleştiren çerezlik filmlerden. Gerçekçilik sınırlarını zorlayan bir hikaye Susanna Fogel imzalı ‘The Spy Who Dumped Me’ (Beni Satan Casus), dönem dönem yapılan ünlü oyuncuların yer aldığı komedi-aksiyon yapımlarına en güzel örneklerden biri.
Audrey (Mila Kunis) ve Morgan (Kate McKinnon), 30’lu yaşlarında iki yakın arkadaş. Audrey’in eski erkek arkadaşı Drew, CIA ajanı. Bir operasyonda açığa çıkınca öldürülüyor. Ancak, Drew’den kalan ve önemli bilgilerin yer aldığı flash bellek korunmalı ve tabii hayatta kalınmalı. Aksiyon meraklısı iki arkadaşa da haliyle iş çıkıyor. Belleği Viyana’daki sahibine ulaştırmak isteyen ikili, ABD’den Avrupa’ya uçuyor.
Komedi unsuru
İşte tam da bir türlü sevemediğim olaylar zinciri burada başlıyor. Arabalar çarpışıyor, silahlar patlıyor, kaçma kovalamacanın bini bir para ama bizimkilere hiçbir şey olmuyor. He bu arada ikilinin uzun diyalogları, absürt davranışları da insana saç baş yoldurtabiliyor. Yine de bu filmler izleniyor mu? Evet, izleniyor. Bizdeki mafyalı filmler gibi... Oyunculuklar vasat, senaryo hatalarla dolu olmasına rağmen sonuna kadar izlettirmeyi başarıyor gerçekten. Eğer hafta sonu sinemaya gidelim biraz eğlenelim diyorsanız yine de listenize alabilirsiniz.
Turizmden kültür sanata
Alanya’ya sevgim ayrı. Ailemin orada yaşaması bir tarafa, nereye gidersem gideyim hem doğanın hem de tarihin bu kadar güzel birleştiği başka bir yer göremiyorum. En son bu yıl 18’incisi düzenlenen Uluslararası Alanya Turizm ve Sanat Festivali’ne gittim. Rengarenkti her yer. Bizim lise dönemlerimizdeki festivalleri hatırladım. O kadar gelişmiş bir organizasyon vardı ki bu yıl, insan gurur duyuyor ister istemez. Mehteran takımları, dans ve sanat okullarının gösterileri, Emel Sayın’dan Ebru Gündeş’e birçok ünlü sevilen ismin şarkıları eşliğinde kale manzarası...
Tom Cruise, ilk filmi 1996 yılında yayınlanan ‘Görevimiz Tehlike’nin 6’ncı yapımında da IMF ajanı Ethan Hunt’ı canlandırıyor. 56 yaşındaki Cruise; çatılardan, helikopterden atlıyor, kötü adamlarla dövüşüyor ve sonunda yeni bir kahramana dönüşüyor
1966-1973 yılları arasında yayınlanan televizyon dizisinden sinemaya uyarlanan ‘Görevimiz Tehlike’nin 6’ncısı ‘Mission: Impossible -Fallout’ bugün seyirciyle buluştu. Seride, başroldeki IMF ajanı (Impossible Missions Force) Ethan Hunt’ı canlandıran Tom Cruise’un hiç yaşlanmaması nedeniyle ‘Hiç bitmeyecek’ duygusu başarıyla hissettiriliyor.
Dile kolay. 1996 yılında yayınlanan serinin ilk filminde Cruise henüz 34 yaşında, delikanlı çağındaydı. Aradan 22 yıl geçti. Birçok farklı yapımda yer alan Cruise, 56 yaşında da Ethan Hunt’ı hiç bırakmadı. Bırakmaya niyeti de yok. Uçaklardan atlıyor, hareket halindeki arabaların üzerinde koşuyor... Ayağını kırıyor ama çıkıp sete gidiyor. Daha geçenlerde “Ethan’ı başkasına bırakamam” gibi oldukça kıskanç bir açıklama bile yaptı. Yalnız aklıma geldi; acaba Cruise sırf bu rolü daha uzun yıllar canlandırabilmek için yaşlanmasını durdurmuş olabilir mi bir şekilde? Ne de olsa Cruise deyince hemen arkasından üyesi olduğu uzaylı tarikatı ve kuralları gereği yıllardır kızını görmemesi geliyor. İnancı için yapmayacağı şey yok.
Şu an gözümün önünden Cruise yaşlansa bile bastonuyla ekibe emirler verdiği bir ‘Görevimiz Tehlike’ filmi sahneleri geliyor :)
Paris karışıyor
Filmin dedikodu kısmı bir tarafa, yapım gerçekten olmuş. Nükleer bomba yapımında kullanılan uranyumları ele geçiren Hunt ve ekibi, uranyumların olduğu çantayı kötü adamlara kaptırınca geri almak için savaşıyor. Araya başkaları da girince ortalık karışıyor. Kim kimden taraf belli değil. Düğümler atılıyor. Paris sokaklarında silahlar konuşuyor. Çözmek de Hunt’a kalıyor.
Bu sefer Hunt tam bir kahramana dönüştürülebilmiş. Süper güçleri yok fakat Hunt, aşkını geri plana atıp kendini insanlığa adıyor, bunu yaparken samimiyetten ödün vermiyor.
Film, en küçük ayrıntısına kadar ince düşünülmüş dövüş sahnelerinden efektlerine, kovalamaca sahnelerinden dramatik yapısına kadar serinin en iyisi. Ancak, yan karakterleri geri plana atarak Hunt’ı tek kahraman yapmak elbette ekip ruhunu öldürmüş. Kötü adamların iyiliğin kazanmasına yardımcı hareketleri de mantık sınırlarını zorluyor.
Tarihin en popüler ve zengin suçlusu Pablo Escobar ile aşk yaşayan gazeteci Virginia Vallejo’nun anılarından uyarlanan ‘Loving Pablo’, özellikle vadettiği sevgi konusunda bilinen hikayeye yeni bir şey katmıyor. Ancak, Bardem’i Escobar, Cruz’u da Vallejo rolünde izlemek yetiyor
Pablo Escobar ile ilgili bir şey duyduğumda ya da gördüğümde aklıma direkt Melek Subaşı’nın “Sen milyon milyar parayı ne yaptın?” sözleri geliyor.
Birçokları için de Escobar, polisten kaçarken gece üşüyen kızını ısıtabilmek için 2 milyon dolarını yakan kişi... Bu ne kadar gerçek hala bilmiyoruz. Ama milyon milyarlarla aklı karışan bizler için güzel hikaye.
Uyuşturucu kaçakçısı Escobar’ın, 20. yüzyılın sonlarında suç tarihini değiştirmesi, hem Amerika hem de kendi ülkesi Kolombiya’yı karıştırması, 3 bin kişinin ölmesine sebep olması elbette unutulmaz (Zaten en az yılda bir gelen yapımlar da unutturmamakta ısrarcı). Ancak Escobar’ın bir de Kolombiya’nın en ünlü gazetecisi Virginia Vallejo ile yaşadığı aşk var. Bu hafta vizyona giren ‘Loving Pablo’ (Pablo’yu Sevmek) filmi, Vallejo’nın (Penélope Cruz) Escobar’ın (Javier Bardem) ölümünden sonra yayınladığı ‘Loving Pablo, Hating Escobar’ (Pablo’yu Seviyorum, Escobar’dan Nefret Ediyorum) adlı çok satan kitabından uyarlama.
Filmin en büyük hayal kırıklığı, sunmayı garanti ettiği Pablo’yu sevmeyi tam olarak göstermemesi. Vallejo, çok güzel ve seksi bir kadın. Escobar ile tanıştıktan kısa süre sonra yasak aşk yaşamaya başlıyorlar. Escobar bayağı cani. Kan donduran ölüm emirleri veriyor. Bu sırada Escobar evli ve bir oğlu var. Karısı da ilişkinin farkında. Fakat Vallejo’nun umrunda değil. Böyle bir adamı gerçekten seviyor mu o da belli değil. Geziyor, servet değerindeki pırlantaları takıp takıştırıyor. Bu ortama şahit olmak ilgisini çekiyor. Keyfini çıkartıyor. Mutluluğu fazla sürmeden ortalık karışıyor. Escobar, ‘suçlu iadesi’ kanununun iptal edilmesi için milletvekili oluyor. Mecliste üzerine gelen bakanı öldürüyor, uçak düşürüyor, öldürülen polis başı gençlere para ödüyor. Sonra hükümetle yaptığı anlaşma karşılığında kendi inşa ettiği hapishanede adamlarıyla birlikte yatıyor. Aslında bildiğin devasa bir ofis kuruyor kendine. Uyuşturucu patronlarından bazılarını hapishanede öldürmesiyle askeri hapishaneye konulmamak için cezaevinden kaçıyor.
Zirveden düşüşe
125 dakika boyunca bu bildiğimiz Escobar’ın hayat hikayesini izliyoruz. Vallejo ile duygusal bağ konusunda bir şey yok. Bunlar yaşanırken Vallejo işinden kovuluyor, beş parasız kalıyor, aldığı tehditler sonrası Escobar’dan kurtulmanın yollarını arıyor. Fakat her şey için çok geç. Hem kötü adamlar hem de FBI peşinde.
Dwayne Johnson’ın eski bir Swat ajanını canlandırdığı ve aksiyonun bir an olsun düşmediği ‘Skyscraper’ (Gökdelen) klişeler yumağından oluşan bir yapımın ötesine geçemiyor. Keyifli bir izleme sunsa da yükseklik korkusu olanlara baş dönmesi ve ağrısı yaşatabiliyor
‘The Rock’ lakaplı, ABD’li aktör, yapımcı ve güreşçi Dwayne Johnson hayranlarının merakla beklediği ‘Skyscraper’ (Gökdelen) bugün vizyonda. Benzer senaryonun 899.786.575’inci kez önümüze konulduğu yapım, kötü adamların, eski bir Swat üyesi olan Will Sawyer’ın (Dwayne Johnson) bir türlü rahat bırakmamasını anlatıyor. Çalıştığı dönemde gittiği bir operasyonda bomba patlaması sonucunda tek bacağını kaybeden Sawyer, mesleği bırakıp evleniyor ve güvenlik denetimi üzerine şirket kurarak geçimini sağlıyor. Eşi ve 2 çocuğuyla Çin’e yerleşiyor. Ne oluyorsa da burada oluyor.
Aksiyon düşmüyor
Aksiyonun bir an olsun düşmediği yapımda Sawyer, Çin’deki dünyanın en yüksek binası ‘İnci’nin güvenlik işlerini alıyor. Ve alacak-verecek meselesi yüzünden binaya kötü adamlar musallat olunca da kendini olayların içinde buluyor.
Evet film kendini izletiyor, aksiyon düşmüyor ama herhangi bir şaşırtmaca ya da farklılık da yaşatmıyor. Defalarca izlenen eski ajan ya da askerin bir şekilde emekli olduktan sonra bir kez daha kötü adamlarla karşı karşıya kalma hikayesinden hiçbir farkı yok. En kötüsü ise yükseklik korkusu olanların bu filmi izlemekte zorlanacağı. Başını döndürebilir, ağrıtabilir... Filmi izlemeye karar vermeden önce bunu bilmekte fayda var.
Bir de Sawyer’ın tek bacakla o kadar dövüşmesi...
Pek inandırıcı değil.
Naif süper kahramanımız Ant-Man’in yeni hikayesi ‘Ant-Man ve Wasp’, mizahı ile ‘Deadpool’a yaklaşıyor. Aksiyonun düşmediği filmde, kuantumun gücü kadar kadınların gücü de dikkat çekiyor
Kökleri 1930’ların sonuna dayanan çizgi roman evreni Marvel’ın birbirinden güçlü süper kahramanları var. Doktor Strange, Hulk, Thor, Iron Man, Kaptan Amerika, Örümcek Adam ve Deadpool bunlardan sadece bazıları. Ölümsüzlük, doğaüstü güçler ya da zekilik çoğunun ortak özelliği. Ancak Ant-Man yani Karınca Adam, çizgi roman evreninde hiçbir zaman diğerleri kadar dikkat çekmedi. Bir hırsızın kostüm giyerek kahramanlaştığı hikâye, sinemaya uyarlanınca sevildi. 2015’teki ilk filmde Scott Lang’ın (Paul Rudd) Dr. Hank Pym (Michael Douglas) ve kızı Hope van Dyne (Wasp-Evangeline Lilly) ile tanışmasını, Ant-Man’e dönüşmesini ve ‘Kuantum Alemi’ne gidip gelişini izlemiştik.
Eski dostlar buluşuyor
Daha sonra ‘Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı’nda karşımıza çıkan Ant-Man başını beladan kurtaramadı. Bugün vizyona giren yeni film ‘Ant-Man ve Wasp’ın girişinde Lang’ı ev hapsine çarptırılmış ve 2 yıllık süreyi tamamlamasına 3 gün kalmış bir şekilde kızıyla eğlenirken görüyoruz. Lang, Kaptan Amerika ile girdiği macera nedeniyle Dr. Pym ve kızını zor durumda bıraktığı için dostlarını kaybetmiş. Fakat, Dr. Pym’i arayan Lang, ‘Kuantum Alemi’nde kaybolan Dr. Pym’in eşi Janet van Dyne’i (Michelle Pfeiffer-İlk Wasp) rüyasında gördüğünü söyleyince işler değişiyor. Lang’ın diğer evrene gidip gelmesi, 30 yıl önce Kuantum Alemi’ne geçiş yapan ve bir daha haber alınamayan Dyne’nin de yaşadığına ilişkin umutları güçlendiriyor. Bu nedenle Dr. Pym, uzun zamandır diğer aleme gidip gelmeye yarayacak bir araç üzerinde çalışıyor. Tabii ki Dyne’nin yerini belirlemek için de Lang ile kurduğu sinyallere ihtiyaç oluyor ve eski dostlar bir araya geliyor.
Elbette Dyne’yi kurtarma çalışması o kadar da kolayca gerçekleşmiyor. Hücrelerine ayrılarak eşyaların içinden geçebilen Ava-Ghost (Hannah John-Kamen), iyileşebilmek için Dyne’nin enerjisine ihtiyaç duyuyor. Diğer taraftan geleceğin ne kripto parada ne de petrolde olmadığını, kuantum enerjisinde olduğunu söyleyen teknoloji karaborsacısı Sonny Burch ile FBI olaylardan bir türlü eksik olmuyor. Bu sırada Ant-Man ve yeni Wasp iyi bir ekip oluyor.
Kuantum Alemi
Kadın kahramanların erkekleri geri plana attığı filmde, baba ile kız hikayesi de önemli bir yer kaplıyor. Dev karıncalar eşliğinde, bir bavul şeklinde küçülen Dr. Pym’in teknoloji yuvasının peşine düşüldüğünde San Francisco sokaklarında tadına doyulmayan bir aksiyon yaşanıyor. Film, hem aksiyon hem de diyaloglar açısından oldukça zengin içeriğe sahip. Eğlencenin arttığı serinin ikinci filmi için ‘Deadpool mizahına yakın’ da diyebiliriz.