Suriyeli gazeteci Hüsnü Mahalli ülkesinin yapısını ve Ortadoğu ülkelerinde neler olduğunu bildiği için doğal olarak orada olanları en iyi anlayanlardan biri ve baştan beri Türkiye’nin Suriye (ve Mısır) politikasıyla ilgili çok doğru değerlendirmeler yapıyor.
Bana mail olarak gönderilen bir yazısında ise Türkiye’nin desteklediği Esad muhalifi cihatçıların Suriye’nin Rakka kentindeki son yasaklarını yazmış, okumayanların duyması gerektiğini düşündüm. Zira Halep’te çarşaf giymeyen, sadece başörtüsü takan kadınlara “kafa derinizi yüzeriz” dediklerini, bu “Kur’an’da olmadığı halde” köktendincilerin kafasına göre icat edilen yasaklar başlayınca hangi noktalara vardığını ben daha önce yazmıştım.
1- Kadınlar “yanlarında yakın akrabaları olmadan” sokaklarda dolaşamaz, makyaj kullanamaz ve sallana sallana yürüyemez.
2- Mağazalarda satılan malların ambalajında “kadın resmi” kullanılamaz. Var olanlar da sökülecektir.
Dershanelerin kapatılması, bu nedenle Gülen Cemaati ile Hükümet arasındaki çekişmenin ortaya çıktığı iddiaları ve bunun tam da “seçim öncesine denk gelmesi” günlerdir tartışılıyor ama bu işte bir dama taşı eksik duygusu veriyor insana..
Televizyonda “her zaman pek güzel anlaşan” iki kadın gazetecinin bu konudaki tartışmaları bile gerçek değilmiş, danışıklı dövüşmüş gibi.. Öyle ya eğer söylendiği gibi cemaatin “devlet içinde devlet haline gelmesi”nden rahatsızlık varsa önce “tüm güç Hükümetin elindeyken bu duruma gelinmesine neden izin verdi” sorusu çıkar. Arkasından da “sorunun çözümüne neden Emniyet’ten ve diğer kurumlardan başlanmadı” sorusu..
MGK olayı!
Ve tabii bugüne kadar hiç duyulmayan, kimsenin söz etmediği 2004 yılında MGK’da alınan Cemaat’le ilgili (Hükümet’in de o toplantıda itiraz etmediği) karar meselesi var. Dershane konusu seçime çok az zaman kala çıktı, bu yeterince garip.. Hemen arkasından MGK konusu çıktı, bu daha garip.. Herkes kendine göre bir mantık yürütmeye çalışıyor ama “olanları net şekilde anlayacak tek kişinin çıkmaması” en garip..
Diyanet İşleri Başkanlığı daha ne yanlışlar yapacak bakalım, daha fazlası kalmadı ama sınır tanımazlık söz konusu olunca arkası kesilmiyor. Zaten daha baştan “laik ve bu nedenle ‘her dine-inanca eşit mesafede durması, eşit haklar tanıması, insanları belli bir dine-inanca zorlamaması’ gereken” devlette “tek bir din hatta onun da tek bir mezhebi” ile ilgili çalışan bir kurumun olması yanlıştır ama göz yumuluyor, bu kadarla kalsa katlanılabilir, o da yok gittikçe gidiyor. Dersiniz Suudi Arabistan kurumu!
Başkan hadis gösteremez!
Önce bir kez daha söyleyeyim; Diyanet Başkanı Mehmet Görmez benim Star TV’de yaptığım ve siyasi baskılarla kesilen programım Her Açıdan’da 3 saat boyunca sadece hadisleri konuşmuş, bu hadisler gösterilen kaynakların “en güvenilir” denilenleri arasında bile “UYDURULMUŞ” binlercesinin olduğunu ve bunların uzun çalışmalarla ayıklanması gerektiğini söylemiştir. (Kendileri kaydettiler o programları, çıkarıp izlesinler.)
O da, tüm din uzmanları da biliyor ki (Mehmet Görmez de bunu vurgulamıştır) Hz. Peygamber sağlığında sözlerinin kaydedilmesini istememiş ve ölümünden sonra yakınında bulunanlar “hatırladıkları kadarıyla” sözlerini yazmış, sonradan giderek “isteyenin ilavesiyle” bunlar on binleri bulmuştur. Yani kendisi dahil hiç kimse; hangi söz gerçekten söylenmiştir, hangisi uydurmadır ayıramaz. Bu nedenle de başta Mehmet Görmez olmak üzere kimse insanlara “din emri veya Hz. Peygamber’in tercihi” gibi, herkes hepsine inanmalıymış gibi hadisleri kaynak gösteremez. Fakat Görmez bu uyarıları ve kendi açıklamalarını yok saymaya devam ediyor.
Bir olaya bakarken herkesin ilk tepkisi, ilk aklına gelenler farklıdır, mesela şu yeni bavul olayı gibi.. Yüzlerce insanın somut delil sayılamayacak, bir plandan söz eden iddialar ve varsayımlarla hapse atılmasına ve hayatından yıllar çalınmasına neden olan bavulcu gazeteci yeni bir bavulla ortaya çıkmış. 2004’de yapılan MGK toplantısında “Gülen Cemaati’ni bitirme kararı alındığını, İçişleri, Dışişleri Bakanlıkları ile MİT görevlendirildiğini” gösteren belgeler var bavulda..
Hükümet olayı reddetmiyor, tam aksine kabul ettiğini anlatan şu açıklama twitterdan Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’dan geliyor “Hükümet 2004’teki MGK kararlarını yok hükmünde kabul etmiş, hiçbir Bakanlar Kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır” ..
Neden karar alındı?
Toplumun hemen sorma hakkı var; bu takdirde neden o kararları alma gereği duydunuz? Demek ki “o günün şartlarında” böyle bir sorun olduğu düşünüldü ve çözüm üzerinde MGK’da anlaşmaya varıldı. Demek ki her olayda “o günün şartları” gözetilmeli ve siyasetçilerin sık sık yaptığı gibi “geçmişteki olaylar bugün olmuş ve o günkü şartlar hiç önemli değilmiş” suçlamalar yapılmamalı, öncelikle bu sonuç çıkıyor..
“Gezi’deki şüphelilerin yüzde 78’inin Alevi olduğu”nu açıklamış Emniyet.. Ahmet Hakan da “Emniyet bunu nasıl saptadı acaba? Şüphelilere ‘senin mezhep neydi birader’, ‘Alevi misin, Sünni mi’ diye mi soruldu? İlk kimin aklına geldi acaba şüphelilerin mezhepsel kimliklerini merak etmek? Mezhep merakı devletimizin yeni merakı mıdır, yoksa öteden beri böyle bir meraka sahip midir? Öyle çok merak ediyorum ki, keşke İçişleri Bakanımız Muammer Güler merakımı giderse” diye yazmış.
Başlayınca sonu belli!
Merak etmemek mümkün değil gerçekten, keşke İçişleri Bakanı ve Emniyet Müdürü bunu hemen açıklasalardı zira çok önemli bir konu. Özellikle Müslüman çoğunluklu ülkelerde “mezhep nedeniyle” yaşanan, on binlerce Müslüman’ın çocuk büyük demeden katledildiği çatışmaları bildiğimiz için önemli.. Bu tür çatışmalardan kendimizi korumamızın sebebi olan “laik, bu nedenle kimsenin mezhebinin tartışılamayacağı” rejim nedeniyle “BİR DEVLET KURUMU” tarafından açıklandığı için önemli.
Bu açıklanmadığı takdirde bundan sonra devlet kurumlarında, okullarda mezhep sormalar, “o Alevi, bu Sünni” benzeri açıklamalar, mezhep üzerinden kutuplaştırmalar da duyulabilir demektir. Seçim yaklaşırken biz de kenarından köşesinden dikkat çekmeden “mezhep ayırımıyla” başlayıp Ortadoğu ülkelerine mi döneceğiz? Gezi gösterilerine katılanların halkta tepki yaratması için “terörist”e varana kadar her yakıştırma yapıldı da “çoğu Alevi” demek en komiği oldu herhalde (belki “faiz lobisi” ile yarışır).. Emniyet ve Bakan “Gezi şüphelilerine neden mezhep sorulduğunu” açıklasalar iyi olur.
BDP milletvekili Pervin Buldan, Mehmet Ağar’ın “Mecit Baskın’ın öldürülmesiyle ilgili olarak yargılandığı”
dava duruşmasında Ayhan Çarkın, Ziya Bandırmalıoğlu, Korkut Eken ve Ercan Ersoy’u görünce “tam bir katiller serisi” demiş. Bu isimlerden ikisinin eşi Savaş Buldan’ın da katilleri olduğunu söylemiş.
Elbette tüm katiller benzer tepkiler alır, özellikle de “yakını öldürülenler” feveran etmekte en haklı olanlardır. Ama hiç değilse Pervin Buldan biliyor ki eğer bu isimler öldürmüşse cezalarını çekecek-ler. Peki gencecik 18-19 yaşında onbinlerce şehit için ne düşünüyor Buldan? Onların anacıkları da “suçluların cezalandırılmasını isteme hakkına” sahip değiller mi? “Değiller” diyorsa bu nasıl eşit hak ve hukuktur ve kendileri “eşit haklar”dan söz etmektedirler?
O şehitlerin sorumlusu olan Öcalan’ın serbest bırakılmasını istiyorlar, karakol basan-mayın döşeyen, yol kesip öldüren, bomba atan PKK militanları ise serbest.. PKK baskınlarını BDP eğlencelerle kutluyor. İşte bu çelişkiler Pervin Buldan’ın “katiller serisi” lafını etkisiz kılmaktadır. Katil her yerde ve her zaman katil, “ Yok benimkilerin bir amacı vardı, o nedenle benim katilimin suçu yok” demek kabul edilemez. Öldürmek meşru görüldüğünde her katil kendine göre mantıklı bir neden veya yalan öne sürebilir, haksızsam “haksız” desin!
Pazartesi günü 25 Kasım “Kadına Karşı Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü”ydü ve ben de o gün Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği, Türkiye genelinden belediye temsilcilerinin, sığınma evi yöneticilerinin, sivil toplum kuruluşu ve avukatların katıldığı “Kadına Karşı Şiddette Belediyelerin Karşılaştığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri Çalıştayı”nın moderatörlüğünü yaptım. Yerel Yönetimlerde kadın sorunları temsilcilerinden ve uzmanlardan son durumları dinlediğimiz, tartıştığımız ve temel sorunun nerede olduğunu kolayca görebildiğimiz, gün boyu süren son derece önemli bir toplantıydı.
Belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının yaptığı bu toplantılar söz konusu çalıştayda olduğu gibi “sebep-sonuç ilişkisini ve sorunu” net şekilde ortaya koyuyorsa, laf kalabalığı ile zaman kaybedilmiyorsa çok yararlı oluyor, bu nedenle Kadıköy Belediyesi görevlilerine ve Başkan Selami Öztürk’e teşekkür borçlu olduğumuza inanıyorum.
Ülkenin en tanınmış kadın hakkı savunucusu ve aktivistlerinden Avukat Hülya Gülbahar’ın, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nden Yrd. Doç. Dr. Neylan Ziyalar, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Gürkan Sert ve LGBT Hakları’nı açıklayan Avukat Rozerin Seda Kip’in konuşmacı olduğu çalıştaydan çıkan sonuçlardan bazılarını paylaşalım..
Şiddet bitmiyor çünkü..
‘Allah Müslüman mıdır’ başlığıyla bir yazı yazmıştım aylar önce.. Yazarken de son derece açık ve net yazıldığı için “geri zekalıların bile anlayacağını” düşünmüştüm ama bir yandan da “bunların bir kısmının yine de sadece başlığa bakıp ‘ilk satırlarını bile okumadan’ bana saldırıya girişeceğini, akıllarınca bana Allah-din-inanç dersi vereceklerini” tahmin etmiştim.
Tabii ne olursa olsun yazılarımı “insanlara” yazdığım için bu sıfat dışındakilerin “cevap verirsem işlerine yarayacak bir polemik başlar ” umuduyla seviyesiz yazılar yazıp bu tür konuşmalar yapacaklarını, sokak kavgasında söylenecek hakaretleri üstelik bir kadının ekrandan söyleyeceğini aklıma getirmiyorum. Her kanalı izlemediğim, her gazeteyi okumadığım için bazen aylar sonra internette görüyorum yapılanları, bazen de gördüğüm halde “çıkarları için polemik yaratmak üzere” atılmış yalanları, hakaretleri görmezden geliyorum.. Beni tanıyanlar, yıllardır izleyenler “neyi yapıp neyi yapmayacağımı, karakterimi, çizgimi” biliyorlar nasılsa, bu güveni değiştirmek mümkün değildir 26 yıl sonra..
İnancımı ise konuşmam.. Bana aittir, hiç kimse öncelikle de hadsiz, çapsız, bilgisiz, okuyup anlama düşüncesi ve yeteneğinden bile yoksun kimseler tartışamaz, böyle bir hak verilmiyor onlara!
Bununla birlikte yıllarca doğruları-gerçekleri anlatarak en yüksek izlenme rakamlarına ulaşmış bir haber programının da sahibi olarak “rahatsızlık duyanların” her türlü saldırı ve terbiyesizliğine hazırlıklıyım.