Kadına şiddette ‘medya’nın suçu!

Haberin Devamı

Pazartesi günü 25 Kasım “Kadına Karşı Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü”ydü ve ben de o gün Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği, Türkiye genelinden belediye temsilcilerinin, sığınma evi yöneticilerinin, sivil toplum kuruluşu ve avukatların katıldığı “Kadına Karşı Şiddette Belediyelerin Karşılaştığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri Çalıştayı”nın moderatörlüğünü yaptım. Yerel Yönetimlerde kadın sorunları temsilcilerinden ve uzmanlardan son durumları dinlediğimiz, tartıştığımız ve temel sorunun nerede olduğunu kolayca görebildiğimiz, gün boyu süren son derece önemli bir toplantıydı.

Belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının yaptığı bu toplantılar söz konusu çalıştayda olduğu gibi “sebep-sonuç ilişkisini ve sorunu” net şekilde ortaya koyuyorsa, laf kalabalığı ile zaman kaybedilmiyorsa çok yararlı oluyor, bu nedenle Kadıköy Belediyesi görevlilerine ve Başkan Selami Öztürk’e teşekkür borçlu olduğumuza inanıyorum.

Ülkenin en tanınmış kadın hakkı savunucusu ve aktivistlerinden Avukat Hülya Gülbahar’ın, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nden Yrd. Doç. Dr. Neylan Ziyalar, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Gürkan Sert ve LGBT Hakları’nı açıklayan Avukat Rozerin Seda Kip’in konuşmacı olduğu çalıştaydan çıkan sonuçlardan bazılarını paylaşalım..

Şiddet bitmiyor çünkü..

- Türkiye’de kadın ve çocuğa karşı şiddetin öncelikli nedeni hâlâ “ataerkil ve töreleri, alışkanlıkları, gelenekleri yasa yerine koyan, kadını erkeğin namusu ve kölesi durumuna sokan toplum yapısı”nın, kız çocukların eğitimini önleyecek- eğitim yerine evliliğe teşvik edecek karar ve yasaların bilinçli şekilde sürdürülüyor.. Eğitimsiz kadın baba, eş şiddetinden kurtulacak güce kavuşamıyor ve özellikle “çok çocuk” sahibi olan aileler kızları küçük yaşlarda evlendiriyor.

- Toplumda “boşanmış kadın, dul kadın” önyargıları ve “çocuklarını koruma isteği” kadını şiddete mahkum yaşatıyor.

Sığınma evi ve koruma..

- Günde en az 5 kadının öldürüldüğü Türkiye’de “sığınma evleri”ne sığınmış kadınları bile devlet koruyamıyor, sığınma evindeki kadınlardan yüzde 37-38’i de kocası veya erkekler tarafından tarafından cinayete kurban gidiyor.

- Valilikler, kaymakamlıklar; “öldürülme korkusu” içinde kendilerine başvuran kadınlara anında koruma sağlamıyor, hatta Van’da ailesiyle birlikte Valiliğe başvuruda bulunan ama Vali’nin görüşmediği öğretmen Gülşah Aktürk’e Vali Yardımcısı’nın yaptığı gibi “en kötü ihtimalle ölürsün, ölüm haktır, kendini koru ya da istifa et” diyebiliyor. Bu durumda Vali ve Yardımcısı “derhal görevden alınmalı ve cezalandırılmalı” iken bu yapılmıyor. Aynı konu kendilerine başvuran kadınlara yardımcı olmak yerine öğüt verip gönderen “Emniyet” mensupları için geçerli.

Yargıtay bile...

- En korkunç ve planlı cinayet ve tecavüzlerde, hatta çocuk-bebek tecavüzleri, toplu çocuk tecavüzleri gibi vahşet örneği olaylarda mahkemeler, hakimler “yasalardaki cezaları uygulamak yerine keyfi kararlarla ceza indirimi yaparak adeta suçu teşvik ediyor. Ki aynı durum maalesef Yargıtay’ın birçok kararında da açık şekilde mevcut .. Buna rağmen yanlış karara imza atan hakimlerin cezalandırılması önleniyor. (Örneğin; “Töre-namus farklı” diyerek ceza indirimi yapanlar, karısını öldürmüş katili bırakarak gelinini öldürmesine sebep olanlar..)

- Aynı şekilde “medya” kendi sorumluluğunu yerine getirerek en çok izlenen saatlerde, gerekirse dizi veya eğlence programı aralarında “kadın ve çocuklara şiddet uygulayanlara verilecek cezaları ve aile içi ve dışında tecavüz-şiddet tehlikesiyle karşılaşan çocuk ve kadınları koruyacak önlemleri, başvuracakları telefonları” veren açıklamalar yayınlamıyor. Birkaç reklam daha fazla yayınlamayı tercih ediyor. Gazeteler için aynı şey geçerli..

- Adalet Bakanlığı ve Kadın Bakanlığı çocuk ve kadın tecavüzü ile kadın cinayetlerinde, bebek cinayetlerinde “hangi cezaların verildiğini” izleyerek topluma duyurmuyor, caydırıcılık sağlamıyor. Özellikle “aile içi tecavüz, ensest” olaylarında, “çocuk yaşta kızların evlendirilmesi” ve hatta bu nedenle ölenlerin olduğu (8 yaşında bir çocuk ilk gece organları parçalanarak öldü) vahşet olaylarında çocukların kurtarılması için acil önlemler ve cezalar ele alınmıyor. Haber yapılan “güvenlik butonu, elektronik kelepçe” gibi önlemler ise son derece yetersiz kalıyor.

10 çocuktan 4’ü

Bunlar sadece bir kısmı.. Belediyelerin sığınma evleri görevlileri orada bulunan kadın ve çocukların psikolojisini, örneğin aile içinde baba, amca gibi yakınların yıllarca tecavüzüne uğramış çocukların “hayata döndürülmesi ve sağlığına kavuşması”ndaki zorlukları, hayatlarının nasıl mahvolduğunu anlatıyorlar. Bunları ve ağza alınmayan “ensest”in nelere sebep olduğunu, sosyologların “Türkiye’de her 10 çocuktan 4’ü ensest mağduru” açıklamalarını bakanlık mensupları ve hukukçular dinleseler bir daha “aman aile işlerine karışmayalım” gibi saçma görüşlerini derhal bir yana bırakır, görevlerini yaparlardı!

Bakanlıklar ve elbette milletvekilleri, medya, yargı el ele vererek Türkiye çapında bir kampanyayı artık başlatmak, TV’leri de etkin şekilde kullanmak zorundalar, yıllardır yeterince konuşma yapıldı!

Keşke bu kampanyayı önce Okan Bayülgen, Beyaz, Mesut Yar gibi çok izlenen programcılar ve sabah programları başlatsalar!

DİĞER YENİ YAZILAR