Öğrenci olmayanlar için sorun yok mu?

9 Kasım 2013

Her ne kadar ucu “terör örgütü kız-erkek ilişkilerini ve kaldıkları yerleri eleman bulmak için kaynak olarak kullanıyor” gibi bir komediye kadar uzatıldıysa da söz “öğrenci yurtları ve kaldıkları evlerle ilgili” gibi söylendi.. Ama “meşru var gayrimeşru var” da dendi.. Peki mesele “meşru-gayrimeşru” ise öğrencilerle sınırlı mı kalacak? 23-25-30 yaşlarında yetişkin insanlar birlikte zaman geçirmek, belki sadece sohbet edip eğlenmek, film izlemek istiyorlarsa “muta nikahı” kıymaları ya da evlilik cüzdanı mı istenecek? Öğrenciler, örneğin ders çalışmak için geceleri bir araya geliyorlarsa komşulara hesap mı verecekler?

Yılmaz Özdil’in Perşembe yazısı gibi gerçekten “çalışmak” veya “gezmek” deyince ülkeyi yönetenlerin aklına “sevişmek” mi geliyor acaba? Yoksa bunlar “türban üzerinden gerilim” çıkmadı, bari hem gerilimi böyle yaratalım, hem de muhalif düşünenleri seçmenimiz karşısında “biz muhafazakarız, gençleri koruyoruz, onlar değil” durumuna düşürelim projesi midir?

Bir okurumuz, Murat Dağlı diyor ki: “Ben konutlarımı kiraya vermekle geçiniyorum ve bugüne kadar kimseye evlilik cüzdanı gibi abes bir belge sormadım. Hep öğrenciler ve 18 yaştan söz ediliyor, peki ‘öğrenci olmayanlar’ ne olacak? Yan dairede beraber yaşayan 22 yaşlarında kız-erkek ‘öğrenci olmayan’ 2 genç, üstte 52 yaşında tüccar ve 28 yaşındaki sevgilisi, altta müteahhit Aziz beyin kadın arkadaşı, daha üstte eşcinsel 3 öğrencinin yaşadığı bir apartmanda beraber oturan (sevgili veya değil) Ali ile Filiz ‘sırf öğrenci oldukları için’ mi polis tarafından alıkonacak yoksa o binadaki herkes mi?”

Güzel soru, mesela “Ben talimat bilir, gereğini yaparım” diyerek coşan Adana Valisi Coş bunu cevaplasın değil mi?

Devamını Oku

Türkiye sınırında cihatçılar!

7 Kasım 2013

Bildiğiniz gibi haftalardır “Suriye’den gelerek Türkiye sınırından geçip Güneydoğu illerine yerleşen El Kaide ve diğer aşırı İslamcı terör örgütleri”nin yaratacağı tehlikelere, Afganistan, Pakistan’dan başlayarak yayıldıkları hiçbir ülkeden çıkmadıklarına ve neden bunlardan hiç söz edilmediğine dikkat çekmeye çalışıyorum.

Türkiye’de sık sık ve durup dururken birden gündeme paraşütle iniveren en alakasız konular ve onlar üzerine uzayıp giden tartışmalarla günler geçip giderken ülke için en önemli konular geri plana itiliyor, nedenini anlamak imkansız..

Uçaklar dolusu..

Dış siyasetle ve dış yayınlarla yakından ilgili bir meslektaşım önceki akşam endişe içinde “CNN International kanalında Suriye ve Türkiye’deki İslamcı teröristlerle ilgili programı izledin mi” diye sordu ve anlatmaya başladı: “CNN verdi bu haberi.. El Kaide üyeleri Hatay’a Tunus, Fas, Cezayir, Libya gibi ülkelerden ve Suriye’den uçaklar, kamyonlar, arabalar dolusu geliyorlar.. Yüzleri sarılı, bir tek gözleri görünüyor, orada kendilerini bekleyen arabalara doluşup Türkiye illerine gidiyorlar. CNN röportaj yapmış, El Kaideli ‘cihatçıyım, cennete gideceğim’ diye gülüyor. Türk Hükümeti’nin onların gelişini yalanladığı, sınırlardan geçirmediğini söylediği belirtilirken diğer yanda görüntülerle kamyonlar dolusu gelen militanları gösterdiler ve ‘onların Avrupa için de tehlike olduklarını’ vurguladılar”..

Devamını Oku

Özel alanda yasak yoktu, şimdi var!

6 Kasım 2013

Son günlerde, özellikle AKP’li kadın milletvekilleri Meclis’e türbanla girdikten sonra “türbanın din emri olduğu” (Başbakan) veya “takmamanın günah olduğu” benzeri sözler ki (Sevde Beyazıt Kaçar) arka arkaya söylenmeye başlandı. Hani şu “onlar Nur Suresi’ni böyle yorumluyorlar size ne”, “onlar dinen emir olduğuna inanıyorlar size ne”, “siz de kendi inandığınızı yapın, kendi inancınıza göre giyinin, herkes özgür olsun” diye tekrarlayıp duranlar var ya onların daha dikkatle izlemesi gerekiyor “hızlanan” gelişmeleri..

Demokrasi bu değil!

Demokrasi “isteyenin dilediği her şeyi yaptığı, sınırsız özgürlük içeren” bir rejim değildir, tam aksine “insan haklarına saygı gösteren ama ülkelerin şartlarına göre sınırlamalar getirilebilen” bir rejimdir ve “içinde ‘LAİKLİK’ barındırmayan bir demokrasinin mümkün olmadığı” da sayısız örnekle görülmüştür. Devlet “bir din veya mezhebe taraf” olduğu takdirde bu din ve mezhebe bağlı yasaklamaların arkasının kesilmeyeceği, o din ve mezhep kurallarına göre “tüm vatandaşların hayatının istenen şekle sokulacağı” kesindir. İşte biz yıllardır “sadece bir din ve inanca değil, hepsine aynı şartlar sağlanmalı, devlet hepsine karşı tarafsız olmalı” derken bugün gelinmeye başlanan noktayı kastediyorduk.

‘Din emri’ baskısı!

Devamını Oku

Düşmanlık ve özgürlük!

4 Kasım 2013

Bir meslektaşımız Meclis’te başörtüsü konusunda “Başörtülü bir insana devlet zoruyla başını açtırmak o insanın kendini değersiz, kendine saygısını yitirmiş ve hatta kirlenmiş hissetmesine yol açar. Tıpkı... Başı açık bir insana devlet zoru ve baskısıyla baş örttürmenin, o insanın kendini değersiz ve kirlenmiş hissedeceği gibi...” diye yazdı.

Her ne kadar Meclis’te başörtüsü takan kadın milletvekilleri daha önce takmayan , Hac’ca gittikten sonra takmaya karar veren kişiler ise de, daha önce takıyor olsalardı bile aslında; eğer girdikleri devlet kurumunda ve özellikle Meclis’te böyle bir kural olduğunu bilerek, kabul ederek girmişlerse “kendilerini kirlenmiş, değersiz hissetmemeleri” gerekirdi. Başörtüsüyle geldikleri güne kadar da böyle bir şikayet hiç duyulmamıştı.

Sanki düşman gibi..

Tıpkı.. Başörtüsü takmayan kadınların devlet zoruyla takmaya mecbur edilmeleri halinde kendilerini “değersiz ve kirlenmiş” hissetmeyecekleri” gibi.. Başörtüsü takmayan kadınlar “başörtüsüne düşman” filan değiller, aksine namaz kılarken (Allah’ın huzurunda hissederek), bir mevlitte veya camide onların da çoğu başörtüsü takıyor. Ama eğer İslam rejimlerindeki gibi baskıyla “yaşamın her anında tesettür”e zorlanırlarsa zaten artık o ana gelene kadar “kadının toplumdaki rolü ve yaşam sınırlamaları” tümüyle değiştirilmiş olacağından olsa olsa “demokrasi” adına, “kadın ve insan hakları” adına, sonuçta “ülkeleri” adına derin bir üzüntü ve “haksızlığa uğramışlık duygusu” hissedeceklerdir.

Devamını Oku

Bebekler ve imamlar!

3 Kasım 2013

TBMM’de türban konusunda uzlaşılması elbette ülke çapında bir huzursuzluğun doğmaması açısından yararlı oldu ancak eğer bir Ortadoğu ülkesi olmasaydık ve “laiklik” dediğimiz, bugün birçoklarının burun kıvırıverdiği oysa bizi bugüne kadar din-mezhep kavgalarından ve demokratik rejimin yok olmasından korumuş olan rejim “Batı ülkelerinden çok daha fazla gerekli” olmasaydı buna siyasi açıdan sevinmek mümkün olurdu.. Ortadoğu ülkelerinde ve Malezya, Endonezya gibi Asya’daki Müslüman çoğunluklu ülkelerde ise o laikliğin veya demokrasinin bir anda kalkıverdiği ve bölge bölge başlayarak (üstelik tek mezhebe taraf olan) baskıcı dini rejimlerle yer değiştirdiğinin örnekleri önümüzdedir. Ve hepsinde de bu dönüşüm önce kadının kıyafeti, örtünmesiyle başlıyor, yaygınlaştırılıyor, baskılar arttırılırken aşırı İslamcı terör örgütleri de ortaya çıkarak “başörtüsü”nün yetersiz sayıldığı noktaya geliniyor.

Kafaları kuma gömmek!

Bu örnekler varken tümüyle yok farz ederek ve sanki Türkiye uzaydaymış da bir tek burada hiçbir dönüşüm olamazmış gibi “aman canım laiklik de neymiş, dinle devlet karışırsa ne olurmuş” demek, endişe duyanları da karalayıvermek kafaları kuma gömmekten farklı mıdır acaba? Diğerini söylemek çok kolay, üç cümlede işin içinden sıyrılıveriyorsunuz da biraz daha “geleceği ve ihtimalleri, yaşanmış örnekleri göz önüne alarak” değerlendirme yapmak gerekmez mi?

Mesela bugün devlet okulları ve dairelerinden sonra Meclis’te de türban (aslında “tüm dini kıyafetler” denmeliydi, hem eşitlik hem laik devlet şartları açısından) serbest bırakıldığında “helal olsun” çekenler, buna “özgürlükler konusunda uzlaşma” diyorlar. Oysa bırakın bugüne kadar “engelli bir milletvekiline dahi pantolon izni verilmemesini”, söz ettikleri özgürlüğün çok kısa süre içinde “3-4 yaşındaki bebek yaşta çocuklara inmesi, türbanlı bebeklerin belediye reklam afişlerinde kullanılması” konusunda ne diyorlar, o da “bebeklerin özgürlüğü” mü acaba?

Devamını Oku

Gaddarlığın daha ötesi yoktur!

2 Kasım 2013

Bu ülkede yapılmayan saygısızlık, insafsızlık, duyulmadık rezalet, şaşırtacak bir haber kalmadı orası malum ama buna rağmen insanın takkesini düşüren olaylar hala çıkıyor.. Öncelikle söyleyeyim, annesi meslektaşım Ayşe Önal ’ı yıllardır tanırım, Şafak Pavey ’i çok genç yaşta Zürih’te geçirdiği feci kazadan sonra tanıdım ve o kadar genç olmasına rağmen gösterdiği iradeye, cesarete, hayata gülerek bakmaktan asla vazgeçmemesine her zaman hayranlık duydum (o günlerde Sabah gazetesindeki yazılarımda aynen bu şekilde yer almıştır). Çok iyi yetişmiş, zeki, akıllı ve sakin bir genç kadındı, hala öyle..

Raylara itildi..

Elbette öne çıkan bir milletvekili olarak çok eleştiri de alacaktır, hepsi alabilir ama eleştiri ile saygısızlık, insafsızlık arasında fark var. Sabah yazarı Sevilay Yükselir Pavey’in geçirdiği kaza konusunda twittera “Bu Pavey’in ilk yalanı değil. İsviçre’de bir çocuğu kurtarmak için mi, kocası kendisini terk ettiği için mi atladı o trenin önüne sormak lazım” yazmış. Yoğun tepkiler gelince “benim attığım twit ‘gaddarca’ olabilir ama Pavey’in provokasyonu daha da gaddarca. Kışkırtıcılık en fena şey” demiş. Tepkiler daha da büyüyünce “özür dilemiş” ama “geri adım atıyorum demek değil” diyerek..

En gaddarca şey bacağını ve kolunu gencecik yaşta kaybetmiş bir insana bile iftira atabilmek, bir kazaya “intihar” süsü vermeye çalışmaktır ki Şafak Pavey ’in kaza geçirdiği günleri hatırlayanlar, yaşadıklarını yakından bilenler, anlattıklarını okuyanlar olayın düşme bile değil, “bir itilme” sonucu olduğunu biliyorlar. Hasta bir arkadaşı tedavi için Zürih’e geldiğinde kapıdan ona doğru uzanırken tren hareket eder, o arada biri gelip çarparak onu hareket halindeki trenin altına düşürür.

Devamını Oku