Alanya’dan lezzet fırtınası

9 Haziran 2017

“Güneşin gülümsediği yer” Alanya, sadece güneşi, sahilleri ve su sporlarıyla değil yemekleriyle de ünlü. Öküz Helvası’ndan Laba Dolması’na, Göleviz Yemeği’nden Fıstıklı Limonata’ya birçok yöresel tadıyla lezzet fırtınası yaratan Alanya yemekleri iftar sofralarınıza renk katacak

Bazı yerler vardır, gider görürsünüz hatta belki bir süre yaşarsınız ve sonuç olarak ya seversiniz ya da sevmezsiniz. Ortası olmaz pek. Ben henüz Antalya’nın ilçesi Alanya’yı görenler arasında “Sevemedim” diyenini görmedim.

Daha çok gidip görenler arasında “Buraya nasıl yerleşebilirim?” planları yapıldığını duydum. Ki tatile gelip ev alıp yerleşen yerli yabancı tatilciler de çoktur Alanya’da.

Türkiye’nin en büyük ve görkemli kalelerinden birine, mavi bayraklı plajlara, Dim Çayı gibi buz gibi suyunun içinde çardak keyfi yapacağınız piknik alanlarına, çeşit çeşit meyve bahçelerine sahip olan Alanya’da geçtiğimiz günlerde 17. kez yapılan Uluslararası Alanya Turizm ve Sanat Festivali nedeniyle üç gün ilçedeydik. Bu yıl ‘Sevgi’ temasıyla yapılan festival ile turizm sezonunun açılışı da yapılıyor. Belediye binasının önünde başlayıp Kızıl Kule etrafından devam eden kortejde inanılmaz bir coşku vardı. Yerli halk, turistlerle el ele “Güneşin gülümsediği şehirde” eğleniyordu. İskele boyunca kurulan standlarda el emeği göz nuru ürünler ve yemekler satılıyordu. Fırsattan istifade biz de canlılığını dört mevsim koruyan Alanya’nın yemeklerini tanıdık. İftar sofralarında farklı yemekler sunmak isteyenler için anlatmak da şart oldu :) Ayrıca isteyenler Alanya Yöresel Yemekleri kitabını alarak da tarifleri evlerinde hazır bulundurabilirler.

Gülüklü Çorba (Hülüklü Çorba)

Haşlanmış nohut, haşlanmış tavuk eti, pirinç, tavuk suyu, tereyağı, işkembe, domates salçası, limon suyu ve baharatların yanı sıra gülük denilen ve keçi kıymasından hazırlanmış küçük köfte toplarıyla hazırlanmış besleyici bir çorba.

Özellikle düğün yemeklerinin olmazsa olmazı olan bu çorba, büyük buluşmaların yapıldığı özel günlerde veya taziyelerde hazırlanıyor. Bir kase çorbanın, yarım limon suyu ile tüketilmesi tavsiye olunur.

Devamını Oku

Sinan’ı aşk olgunlaştıracak!

3 Haziran 2017

‘Fazilet Hanım ve Kızları’ dizisinde zengin ve şımarık bir karaktere sahip Sinan Egemen’i canlandıran Alp Navruz, kısa sürede çok sevildi. Şiir yazan, sporunu aksatmayan Navruz, “Bana hayat içinde farklı tatlar alma imkanı sundu” dediği Sinan için, “Aşk onu olgunlaştıracak” diyor.

Henüz ilkokuldayken oyun yazmışsınız. Oyunculuğa ve yazmaya ilginiz bu kadar küçük yaşta nasıl başladı?
Sanırım bunun temelinde kitap okumak vardı. Çocuk yaşta okuduğunuz kitaplar hayal dünyanızı hızlı bir şekilde geliştiriyor, zihninizde hızlı betimlemeler yapabiliyorsunuz. Bu durumda birikimsel olarak hem hayal ediyor hem de bunları metin haline getirebiliyorsunuz.
’Ben oyuncu olacağım’ kararını nasıl aldınız?
Her zaman, yapacağım işin sanat ile ilgili olmasını istemiştim. Oyunculukta ilgimi çeken en büyük özellik, kendi kıyafetim dışımda bürünebileceğim farklı kıyafetlerin de olmasıydı.
Süreç hayal ettiğiniz gibi mi ilerledi? Şu an Türkiye’de tanınan bir oyuncusunuz. Şöhrete alışabildiniz mi?
Süreç; yeterli düzeyde eğitim, bilgi birikimi ve özgüven olmadan bu işe başlamamak şartıyla başladı benim için... Bu konuda sabır gösterip, iyi hissettiğim bir zamanda başladım. Bu da sürecin benim için olumlu olduğunu gösteriyor. Şöhrete alıştığımı düşünüyorum. İnsanlardan olumlu ya da olumsuz gelen tüm tepkilerin gelecek adına bana bir şeyler kattığını düşünüyorum.
‘Fazilet Hanım ve Kızları’ dizisinde zengin ve şımarık bir karakter olan Sinan Egemen’i canlandırıyorsunuz. Oyunculuğunuza nasıl bir katkısı oldu bu rolün?
Şımarık, sorumluluk almayan, sadece pozitife inanan bir karakteri oynamak kesinlikle çok keyifli. Fakat kendi karakterimden uzak olan Sinan karakteri, bana hayat içinde farklı tatlar alma imkanı sundu.
Sinan gibi birini, yaşayacağı aşk ne kadar değiştirebilir sizce?
Sinan duygusal anlamda boşluğu olan biri olduğu için, aşk onu olgunlaştıracaktır. Zenginlik dışında hayatların, acıların, ayrılıkların, imkansızlıkların vs var olduğunu öğrenmek kesinlikle ona büyümesi için güzel bir ders olacaktır.
Şiirlerim sürpriz olacak
Sosyal medyada yakışıklı olup olmadığınız üzerine tartışmalar var. Siz kendinizi nasıl görüyor ya da hissediyorsunuz? Oyunculukta ne kadar avantajı var sizce yakışıklı olmanın? Yakışıklılık ya da güzellik göreceli kavramlar. Beğenilmek her insanın hoşuna gider. Fakat oyunculuk sadece görsellikten ibaret değil. Oyunculukta sadece seyirci tarafından çok istenen biri olma durumu sağlıyor. Set aralarında spora gidiyormuşsunuz... Hangi sporları yapıyorsunuz? Genel olarak yüzüyorum. Bunun dışında fitness ve crossfit yapıyorum. Hayalleriniz arasında şiir kitabı çıkarmak da varmış. Bir şiir yazdıktan sonra ilk kime okutursunuz ya da okutuyor musunuz? :) Lise yıllarımdan bu yana şiir yazıyorum. Şiirlerim genelde hayati konular üzerine oluyor. Duygusal iletişimler, gözlemler, tecrübeler... Şiirlerimi kendim dışında okuttuğum kimse olmuyor :) Çünkü onları gelecek adına sevdiklerime sürpriz olarak biriktiriyorum. İş ve spor dışında neler yapıyorsunuz? İş ve spor dışında; film izlerim, müzik dinlerim, kitap okurum, arkadaşlarımla vakit geçiririm, yeterli zamanım varsa bir alanda eğitim almaya çalışırım.

Devamını Oku

Savaş Tanrısı Ares’in savaş isyanı

2 Haziran 2017

Gal Gadot’un ‘Wonder Woman’ı canlandırdığı ‘Wonder’ filmi, süper kahramanımızın geçmişine ışık tutuyor. Savaş Tanrısı Ares’in savaşları çıkarmakla suçladığı insanların yanında yer alan Wonder Woman, ilk kez aşk duygusunu da tadıyor

Wonder Woman, geçtiğimiz mart ayında seyirciyle buluşan ‘Batman v Superman: Adaletin Şafağı’ filminde kısa bir rol üstlenmişti. O filmde sinyalleri verilen, DC evreninde kötülerle savaşmak için kurulacak ‘Adalet Birliği’ (Batman, Superman, Aquaman ve Flash) içinde yer alacak olan süper kahraman Wonder Woman’ın (Amazonların prensesi Diana) hikayesinin anlatıldığı ‘Wonder’ filmi vizyona girdi.

Filmin yönetmenliğini ‘Monster’ filminden ve ‘The Killing’ dizisinden hatırladığımız Patty Jenkins üstleniyor. Film, DC evrenindeki bir süper kahramanın tek başına yer aldığı ilk yapım olma özelliğini de taşıyor.

Cennet adadan gerçek dünyaya

Filmin konusuna gelince... Adaletin Şafağı filminde Batman / Bruce Wayne, Wonder Woman’ın eski bir fotoğrafını bulmuş ve geçmişini merak etmişti. Wayne, dünyayı kurtarmaya çalışmadığı, yani Wonder Woman olmadığı zamanlarda Paris’teki Louvre Müzesi’nde çalışan Diana’ya fotoğrafı yolluyor ve hikayeyi dinlemek için sabırsızlandığını belirten bir not iliştiriyor. Fotoğrafla birlikte anılara dalan Diana ile tüm hikayeyi biz de öğreniyoruz.

Zeus tarafından cennet gibi bir adada Savaş Tanrısı Ares’ten korunan Amazonların prensesi olan Diana, annesinin tüm çabasına ve engellemelerine rağmen savaş eğitimi alıyor. Pilot Steve Trevor’ın (Chris Pine) (Star Trek’in Kaptan Kirk’ü) Alman askerlerden kaçarken adaya düşmesiyle Diana, ilk kez bir erkekle tanışmış oluyor. Steve’in dünyada büyük bir savaş olduğunu, 27 ülkeden milyonlarca insanın öldüğünü açıklaması üzerine Diana dayanamıyor ve Steve ile birlikte korunaklı adasından çıkmaya karar veriyor. Amacı, Almanya’daki savaş cephelerine gidip Savaş Tanrısı Ares’i öldürüp tüm dünyadaki savaşların sonunu getirmek. Burada Yunan mitolojisi ile yetişen Diana ve Steve’in gerçek dünyası birbirine karışıyor. Diana, gerçek dünyadaki olayları anlamakta zorlanıyor.

Yolculuk ile kendi güçlerini de keşfeden, insanlarla birlikte savaşan Diana, aynı zamanda ilk defa aşk duygusunu da yaşıyor. Güzeller güzeli Gadot’un karşısındaki Pine, bu anlarda hem oyunculuğu hem de yakışıklılığıyla kendini ezdirmemeyi başarıyor.

Devamını Oku

David’in intikamı

12 Mayıs 2017

Alien (Yaratık) serisinin son filmi ‘Alien: Covenant’ bugün vizyona giriyor. Serinin başlangıcına dair soruları cevaplandıran yapım, sentetik David ve Walter’ın savaşına da yer veriyor. İki karakteri de canlandıran Michael Fassbender etkileyici bir oyunculuk sergiliyor

1979 yılında usta yönetmen Ridley Scott tarafından çekilen ilk film ‘Alien’, bilimkurgu ve korku filmlerinin temellerinden biri olarak kabul ediliyor. Ridley’in ilk filminden sonra James Cameron ‘Yaratıklar’ (1986), David Fincher ‘Yaratık 3’ (1992) ve Jean-Pierre Jeunet ‘Yaratık: Diriliş’ (1997) filmlerini çekerek seriyi devam ettirdi. Ve Ridley, 2012’de tekrar serinin başına geçerek Alien’in geçmişini anlatan Prometheus’u çekti. Olayların başlangıcını üç filmle anlatacağını açıklayan Ridley’in ilk filmi Prometheus serinin hayranlarını aksiyon ve hikaye bakımından pek memnun etmedi.

Yeni dünya arayışı

Başlangıcı anlatan ikinci film ‘Alien: Covenant’, yaşamın kökenini irdeleyen bir konuşma ile açılıyor. Sentetik David (Michael Fassbender) ile yaratıcısı arasında geçen konuşmayla David’in kendi yaratıcısını, haliyle insanlığı küçümsediğini anlayabiliyoruz. Bu da filmimizdeki olaylar zincirinin temelini oluşturuyor.

İki binin üzerinde uyutulmuş insan ve yüzlerce embriyo ile uzun bir uzay yolculuğuna çıkan Covenant mürettebatı, insan yaşamına olanak sağlayan Origae-6 gezegenine ulaşmaya çalışıyor. Bir uzay fırtınası sırasında geminin şarj yelkenleri zarar görünce Kaptan Branson (James Franco) ve birkaç kişi daha çıkan patlama sırasında ölüyor. İkinci kaptan Oram (Billy Crudup) kaptanlığı devralıyor. Eskiden din adamı olan Oram’ın inançlı biri olması vurgulanırken filmin geri kalanında bu konuyla ilgili bir gelişme yaşanmıyor.

Ve Alien doğuyor

Devamını Oku

Bekle New York Cem geliyor!

9 Mayıs 2017

Haziran ayında dünyaca ünlü isimlerin yetiştiği, ders verdiği New York Film Akademisi’nde burslu olarak eğitim almaya gidiyorsun... Heyecan durumun nedir?

Yurt dışında eğitim almam gerektiğini biliyordum. New York Film Akademisi bu alanda en iyi okullardan biri. Kesin kararımı verdikten sonra bu yıl başvurumu yaptım ve geçtiğimiz Şubat ayında onay e-postasını aldım. Film ve dizi oyunculuğu üzerine bir program seçtim kendime. Orada Al Pacino, Eddie Redmayne, Mel Gibson, Steven Spielberg gibi çok başarılı aktörler, yönetmenler ile çalışma fırsatım olacak. Ve okulun sağladığı imkanlardan biri de Hollywood’da belli başlı projelerde yer alacak olmam. Dünyanın en ünlü platolarından olan Warner Bros stüdyosunda ve Universal Stüdyosu’nda eğitim alacağım. Oyunculuk hayatına yeni başlamış biri olarak bu tecrübeleri edinip Türkiye’ye geri döndüğüm zaman daha farklı bir pencereden bakacağımı düşünüyorum. Heyecan kısmı da aslında burada devreye giriyor.Tamamiyle yabancı olduğum bir ülkeye oyunculuk eğitimine gidiyorum. Farklı dil aynı meslek!

Başa dönersek oyuncu olmaya nasıl karar verdin? Seni ne teşvik etti?

Tamamen eğitimime odaklanmış ve akademisyen olma yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Bunun yanında lise yıllarımdam itibaren de tiyatro ile ilgileniyordum. ‘Oyunculuğu yapamazsın’ diyen ve bunu her fırsatta dile getiren bir arkadaşım vardı. Bütün hikaye onun bu psikolojik baskısıyla başladı. Ne mutlu ki ailemin desteği bana bu kararı alırken çok yardımcı oldu.

Hangi eğitimleri aldın?

Özel Çamlıca Bilfen Okulları’nda başladığım eğitim hayatıma lise son sınıfa kadar devam ettim. Daha sonra Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomi bölümünü kazandım. Tümay Özokur Atölye ile 2013 senesinde tanıştım. Orada, alanında başarılı eğitmenlerden kamera önü oyunculuğu, diksiyon, senaryo analizi, içsel imaj ve dışsal tepki (oyuncu psikolojisi), sahne dövüş sanatları, stil, doğru fotoğraf verme, kamera teknikleri, sosyal medya kullanımı, set adabı ve bir oyuncunun kariyer yolculuğunun nasıl olması gerektiği ile ilgili pek çok eğitim aldım. Bu eğitimlerim bittikten sonra oyuncu koçu Ayşegül Baydar ile özel derslere başladık. Bu yolculuğun benim için uzun ve sabır gerektiren bir macera olacağını biliyordum.

Devamını Oku

Efsaneler ölmez

4 Mayıs 2017

Uyuşturucu bağımlısı bir grup arkadaşın yaşadıklarını anlatan ilk film ‘Trainspotting’den tam 20 yıl sonra aynı ekip ile çekilen devam filmi ‘T2 Trainspotting’, ilk filmin gücünden yararlanarak kendi dinamiklerini inşa etmeyi başarıyor ve kendi efsanesini yaratıyorRenton (Ewan McGregor), Sick Boy (Jonny Lee Miller), Franco Begbie (Robert Carlyle) ve Spud (Ewen Bremner)... Irvine Welsh’in ‘Porno’ adlı kitabından veya kitabından sinemaya ‘Trainspotting’ adıyla Danny Boyle tarafından uyarlanan filmin baş kahramanları... Sinema tarihinin en kült filmleri arasında gösterilen ve 1996 yılında yayınlanan yapımın 20 yıl sonra tam da devam filmi gibi olmayan devam filmi ‘T2 Trainspotting’ bugün vizyona giriyor.

İlk filmi izleyenler, kitabını okuyanlar için anlatması kolay olmayan bir yere sahip olan filmin afişleri yıllarca duvarlardan inmedi. Karakterlerin “Hayatını seç!” üzerine söylediği sözler aklımızdan çıkmazken, görülen bazı tuvaletler Trainspotting tuvaletlerini hatırlattı.

Ve ikinci bir filmin olma olasılığı sadece hayalleri süslerken beklenen haber çabuk yayıldı. Aynı oyuncular ve aynı yönetmen ile ‘T2 Trainspotting’... 22 Ocak’ta İngiltere’de galasını yapan film, nihayet Türk izleyicilerle bugün buluşuyor. ‘Nihayet’ diyorum, çünkü Şubat’ta if İstanbul Film Festivali kapsamında sadece birkaç salonda gösterilen filmin Türkiye’de vizyona girmeyeceği açıklanmıştı.

Önce fırsat vardı, ardından ihanet

Uyuşturucu bağımlısı bir grup arkadaşın aşk, nefret, hüzün, kayıp, mutluluk ve intikam etrafında dönen hayatlarını konu alan filmin ilkinde Mark (Renton), arkadaşlarıyla uyuşturucu satışından elde ettikleri parayı alarak Amsterdam’a kaçmıştı. İkinci film, evini ve arkadaşlarını terk eden Mark’ın geri dönmesiyle başlıyor. Franco cezaevinden kaçma planları yaparken, Sick Boy pek de müşterisi olmayan barını işletmeye çalışıyor. Spud ise yalnızlık denizinde boğulmamak için çırpınıyor. Geride kalan herkesin Mark ile yarım kalmış bir hesabı var. Yaşadıkları kötü hayatın sorumlusu olarak gördükleri Mark’ı -Spud hariç- bir kaşık suda boğabilirler.

Yönetmen Boyle’nin de dediği gibi iki filmin birbiriyle konuşuyormuş gibi bir etkisi var. Hafif bir flört durumu... Aslında birçok şeyin değiştiği, ancak hiçbir şeyin değişmediği duygusu. Boyle, ilk filmdeki (örneğin arabaya çarpma sahnesi gibi) bazı ikonik sahnelerin 20 yıl sonra birebir aynısını çekerek resmen içimizde fırtınalar koparan bir nostalji yaratmış. Zaten filmin başlamasıyla karakterlerin yaşlanmış hallerini görmek bile o duyguya girmeye neden oluyor. Çok uzun zamandır görüşemediğiniz dostlarınızla yeniden bir araya gelmek gibi.

Dostluğun gücü adına

Film, elbette ilk filmin gücünden yararlanmış ama kendi dinamikleri de inşaa etmeyi başarmış. İhanet ve intikam üzerine kurulu film, temelleri sağlam bir dostluğu yıkmanın çok zor olduğunu da gösteriyor. Özellikle tuvalet sahnesi, Mark ile Spud’ın ilk karşılaşmaları ve Mark’la Sick Boy’un bir bara yaptıkları ziyaret sırasında yaşadıkları inanılmaz. Ağlayalım mı gülelim mi bilemediklerimizden.

Devamını Oku

Ölümcül kaçış

27 Nisan 2017

Bir şekilde parasız kalmış, hayatını devam ettirmekte zorlanan gençler daha kötü bir iş yapmaktansa bedenlerini bilime adamayı tercih ediyorlar. Ee tabii parasının da iyi olması bunda büyük bir etken. Şehrin dışındaki tesise giden gençler, karşılarında google’ın imrenilecek ofislerine benzer bir manzarayla karşılaşıyor. Bilardo masasından video oyunlarına kadar eğlence için her şey düşünülmüş. Dışarıdaki dondurucu soğuğa karşı içerisi sıcak ve yiyecek içecek var. Zor durumdaki gençlerin tek yapması gereken ilacı almak ve bir süre sonra neler hissettiklerini doktora anlatmak. Hafızayı ve hisleri kuvvetlendireceği söylenen ilaç bazı gençlere enjekte edilirken, bazılarına da etkisiz ilaç verilerek gözlemlemeler başlıyor.

İlacı alan gençlerden bazıları kısa süre sonra gelecekten bazı anları görebilmeye başlıyor. Özellikle Anna’nın (Virginia Gardner) oradaki gençlerin nasıl öleceğini görmesi olaylar zincirinin başlamasına neden oluyor. Anna’nın gördüğü şekilde ölümler başlayınca, geriye kalanlar kaçma planı yapıyor. Ancak bir sorun var... Anna nasıl geleceği görebiliyorsa katil de geleceği görebiliyor. Üstelik aldığı aşırı doz ilaç onun hep birkaç adım önde olmasını sağlıyor.

Filmin henüz girişinde büyük bir problem var. Evet bu gençler çok paraya sıkışmış olabilir, evet belki de gidecek yerleri bile yoktur -ki o kadar kötü durumda olan birilerini göstermiyorlar- ama bu onların böylesine bir deneyi neredeyse hiçbir şeyini bilmeden kabul etmesini inandırıcı kılmıyor. Ellerinden telefonlar alındığında bile herkes kuzu kuzu denileni yapıyor. İçinde huzursuzluk olan Anna bile “Şimdi bu ilacı alınca ne olacak?” gibi ana soruyu şırınga kolundayken sormayı akıl edebiliyor.

Dejavu karmaşası

Film, girişteki bar sahnesini saymazsak sadece ilaç şirketinin araştırma tesisinde geçiyor. Kilitli kapılar, kat numarası olmayan asansörler, arkası görünmez camlar istenilen gerilimi yaratmayı başarıyor.

Gerilim korku türündeki filmlerde beni en çok rahatsız eden durum, bu filmde de var maalesef. Filmdeki karakterler sanki normal hayatlarında her gün boğazı kesilmiş insanlar görüyor gibi olaylar karşısında gayet cool davranabiliyor. Sanki arkalarında onları takip eden, üstelik ne yapacaklarını bile bilen bir katil yokmuş gibi...

Diğer ilginç bir durum ise -film boyunca aklımdan çıkmadı- dejavu konusu. Dejavu; bir anı yaşarken onu daha önceden yaşamış gibi hissetme duygusudur. Ancak buradaki gençler bildiğiniz olay olmadan önce film sahnesi izler gibi geleceği görebiliyor. Filmin adını Türkçe’ye çevirenler sanırım pek bu konu üzerinde durmak istememişler. Ne de olsa Dejavu biraz havalı bir kelime, yakışıyor isim olarak :) Filmin İngilizce ismine baktığımız zaman ise “Nasıl öleceğimi söyle” gayet iddialı bir cümle. Bunu merak etmeyen insan yoktur sanırım. Fakat bu kadar iddialı bir cümlenin altı da filmde doldurulamıyor. Öyle bir mekan var ki film ekibinin elinde... Her türlü yaratıcılığa hazır ama katil neyle dolaşıyor? Bıçakla!!! Yapmayın ne olur, azıcık daha yaratıcılığı kesinlikle hak ediyordu bu film. Özellikle finalde!

Genelde dizi ve kısa videolar çeken yönetmen D. J. Viola, her şeye rağmen izlemesi keyifli bir filme imza atmayı başarmış. Özellikle geleceği gören iki insandan hangisinin durumu lehine çevirebileceği büyük merak yaratıyor.

Devamını Oku

‘İnsanat’ Bahçesi’nde umut yolculuğu

30 Mart 2017

Film, 2. Dünya Savaşı sırasında Polonya’da Varşova Hayvanat Bahçesi’ni işleten, hayvanat bahçesinde yaşayıp tüm zamanını hayvanların daha iyi şartlarda yaşaması için geçiren Antonina (Jessica Chastain), kocası Dr. Jan (Johan Heldenbergh) ve çocukları Ryszard Zabinski’nin gerçek yaşam hikayesine dayanıyor. 1939 yılında ülke Almanlar tarafından işgal edilip, hayvanat bahçesi kapatılıyor. Yahudiler birer birer toplama kamplarına götürüldüğünde Zabinski ailesi hayatlarının kararını vermek zorunda kalıyor. Ya bu olaylara tamamen sessiz kalıp, hayvanat bahçesinin tüm sorumluluğunu zoolog Lutz Heck’e (Daniel Brühl) teslim edecek ve evlerinde savaşın bitmesini bekleyecekler ya da o güne kadar dost olarak yaşadıkları yüzlerce insanı kurtarmak için bir şeyler yapacaklardı. Zabinski ailesi zor olanı seçiyor!

Çift, hayvanat bahçesinin altındaki tünellerde ve ölen hayvanların kafeslerinde insanları saklamaya başlıyor. Dr. Jan direnişçilerin arasına katılıp Almanlara karşı savaşırken, Antonina ise zoolog Lutz’un evde yaşananları anlamaması için elinden geleni yapıyor. Her an ölümle burun buruna olan aile, daha fazla insanı kurtarmak için yıllarca çabalıyor.

Antonina’nın sırrı

Filmin yapım süreci ilginç. Diane Ackerman’ın yazdığı ‘The Zookeeper’s Wife’ adlı kitabı, 2007 yılında yapımcı Diane Miller Levin’in eşi, karısına hediye ediyor. Kitaptan çok etkilenen Levin, kitabı sinemaya uyarlamaya karar veriyor. Gerçek hayatları sinemaseverlere anlatmayı seven, ‘Balinanın Sırtında’ ve ‘Tek Başına’ gibi filmlerin yönetmeni Niki Caro tarafından yönetilen film, hayvanlardan bitkilere, insanlara, yani tüm canlılara değer verilen bir dünyanın savaş sırasında nasıl yerle bir edilmeye çalışıldığını anlatıyor.

Özellikle Antonina’nın kahramanlığına odaklanan yapım, bir kadının mecbur kaldığında neleri göze alabileceğini de çok iyi anlatıyor. Antonina, bir yandan ilgisini belli eden Lutz ile başa çıkmaya çalışırken diğer yandan evinde onlarca insanı saklamaya çalışıyor, her gün kocasının yolunu gözlüyor ve çocuğunu büyütüyor. Hepsini yaparken de tüm sakinliğini korumak zorunda kalıyor. Yaralı ve hırçın hayvanlarla nasıl ilgileneceğini bilen Antonina, insanları da bir şekilde idare etmesini başarıyor.

Etkileyici oyunculuklar

Tamamen gerçek hayvanların kullanıldığı çekimlerde, sadece hayvanları tehlikeye sokabilecek sahnelerde efekt kullanılması da şaşırtıcı. Filmi izlediğinizde gerçekten hayvanların da adeta birer oyuncu gibi yapmaları gerekenleri yaptıklarını göreceksiniz. Çekimlerin sırf bu açıdan bile ne kadar zor geçtiğini tahmin edebiliyorum ve takdir ediyorum.

Yapım, oyunculuk açısından oldukça etkileyici. İki kez Oscar ödülüne aday gösterilen, duru güzelliği ile Hollywood’un en güzel kadınları arasında yer alan Jessica Chastain, sıkışıp kaldığı duvarları izleyenlere de hissettiriyor. Johan Heldenbergh aşık bir baba ve bir direnişçi olarak duygulandırırken, Daniel Brühl ise yaptıklarıyla kendinden nefret ettirmeyi başarıyor.

Devamını Oku