Canımız meğer durup dururken çikolata ya da cips çekmiyormuş. Hepsinin bir nedeni varmış. Yeni araştırmaya göre bu ‘aşermeler’ vücuttaki bazı eksiklikler yüzünden. Üstelik güzel bir haber daha... Tüm bunların çaresi de var.
Yapay zekalı varlıklar kendi aralarında bir dil yarattı ve ortalık karıştı. Kısa sürede haberin doğru olmadığı ortaya çıktı ancak o korku bir kez içimize yerleşti. Gelin 2055’e kadar bilim dünyasında bizi neler bekliyor bakalım.
Geçen hafta gündem Facebook cephesinden gelen bir haberdi. İnsanların sorularına cevap vermek için üzerinde çalışılan yapay zekaların kendi dilini geliştirdiği ve bizim anlamadığımız bir şekilde aralarında konuşmaya başladığı haberi basına yansıdı. Bir anda bilimkurgu filmleri gerçek oluyor sanıldı. Birçoğumuzu “Yapay zeka dünyayı ele geçirecek” telaşı sardı. Neticede ünlü fizikçi Stephen Hawking ve Elon Musk uzun süredir bu konuda insanoğlunu uyarıyordu. Neyse ki çok geçmeden gerçek ortaya çıktı. Olay basının yanlış anlamasından ibaretti. Ancak birçok kişi paranoyak olmakta haklı.
Birçoğumuzu “Yapay zeka dünyayı ele geçirecek” telaşı sardı.
Geçen aylardaki küresel siber saldırıda buzdolaplarımızın bile ele geçirildiği söyleniyor. Aklımızın ermediği bu olaylar da haliyle hepimizi korkutuyor. Öyle ki ABD’li ünlü anket şirketi PEW’un geçen hafta yayınladığı küresel tehdit araştırmasına göre dünyada IŞİD ve küresel ısınmadan sonra en çok korkulan 3. konu siber saldırılar oldu bile. Şimdilik yapay zekanın ya da hacklenen bir televizyonun dünyayı ele geçirmesi uzak olsa da, teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişiyor. Popüler bilim dergisi Scientific American ve ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin verilerinden derlenen analizlere göre çok kısa süre içinde büyük değişimler yaşanacak. İşte yıl yıl hayatımızda neler olacak kısa bir özeti...
2019: Gözle kontrol edilen teknoloji
Parmak iziyle güvenlik uygulamalarına çok alıştık. Şimdi göz hatta mimiklerimizin dönemi başlıyor. Makineleri bile mimiklerimizle ya da göz hareketlerimizle kontrol edebileceğiz.
Kimi evini, arabasını satıp bir köye yerleşiyor, kimi tüketimini en az seviyeye indirip huzur arıyor. Artık trend, sade yaşam...
Bizde birçok yerde alışveriş merkezi üzerine alışveriş merkezi açıladursun dünyada trend tersine döndü. Artık makbul olan daha az harcamak, daha basit hayatlar yaşamak. Ünlü ABD’li filozof Henry David Thoreau’nun söylediği gibi: “İnsan vazgeçebildiği eşya oranında zengindir.”
Birçok kişinin gelecekle ilgili hayali güzel bir ev, araba hatta belki bir tekne almak üzerine kurulu. İyi bir yaşamı böyle tanımlıyoruz. Ancak son dönemde tersine bir akım da var. Lüks hayatını bırakıp sade bir yaşam sürmeye başlayanların sayısı giderek artıyor. Kimi evini, arabasını satıp bir köye yerleşiyor, kimi tüketimini en az seviyeye indirip huzur arıyor.
Kaostan huzura kaçış arttı
Aslında Türkiye’de de özellikle orta kesim arasında bu trend hızla yayılıyor. Geçen aylarda Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı veriler tesadüf değil. Buna göre beyaz yakalılar hızla İstanbul’u terk edip İzmir gibi çok daha huzurlu kentlere göç ediyor. Öyle ki geçen yıl 4.8 milyon nüfuslu İzmir’e 123 bin kişi gelmiş. Bunların yüzde 14’ü yani 17 bin 124’ü İstanbul’dan göç edenlermiş. Yani anlayacağınız maddi olarak belli tatmini yaşayanlar artık mutluluk için farklı arayışlar içindeler. Bunun için de kalabalık ve kaos içinde olan metropollerden uzaklaşıp, doğa içinde daha huzurlu hayatlar peşine düşüyorlar.
Daha az teknolojiyle yaşam mümkün
Ancak huzur için ille de kimsenin olmadığı bir ormanın ortasına taşınmanız gerekmiyor. Modern hayatın içinde de yapabilecekleriniz var. Teknolojiden bir nebze de uzaklaşmak bunların başında geliyor. Günümüzde cep telefonsuz yaşanmaz kabul. Ama o telefon ille de son model olmak zorunda değil. Arama yapıp, mesaj atabilen eski bir telefon da pekala işinizi görebilir. Böylece her an e-postalarınızı ya da sosyal medyadan gelen bildirimleri takip etmek zorunda kalmazsınız. Benzeri televizyon için de geçerli. Birçoğumuz çoğunu izlemediğimiz 500 küsur kanal için ayda 100 lirayı gözden çıkarıyoruz. Halbuki ücretsiz izleyebileceğiniz TV kanallarını tercih edebilirsiniz. Bir de online dizi ve film izlenen bir TV platformuna üye oldunuz mu tamamdır.
Harcamaları kısarak hayatı kolaylaştırın
Bilim kanıtladı. Beyin en iyi mola verdiğimizde çalışıyor. Yani izin istemek için bir neden daha var.
Hayatta başarılı olmak için çok çalışmak şart derler. Ona şüphe yok. Konsantre olup emek vermek gerekiyor. Ama bu madalyonun sadece bir yüzü. Diğer yüzünde işi biraz kolaylaştıracak tüyolara ihtiyacımız var. Çok şükür bilim insanları bizim için araştırıp duruyor. Üstelik son bulgular epey işimize yarayacak cinsten. Buna göre beyne fazla yükleme yapıp devreleri yakmaktansa, başarılı olmak için bol bol dinlenmek yani mola vermek gerekiyor.
En yaratıcı fikirler molalarda çıkıyor
York ve California Santa Barbara Üniversiteleri’nin konuyla ilgili araştırmaları net. Buna göre çalışma masalarımızın başında büyük uğraş sarf etsek de, en yaratıcı fikirlerin yüzde 40’ı dinlenirken bulunuyor. Yorucu bir çalışmanın ardından girdiğimiz sıcak duşta, öylesine karalama yaparken ya da çocuğunuzla oyun oynarken olabilir... Kural basit: İyi fikirler beyninizi bir süre zorladıktan sonra ondan vazgeçip, başka şeylerle meşgul olduğu sırada geliyor.
Başarının sırrı zorlama ve dinlenme döngüsü
Sadece anlık üretilmesi gereken fikirler için değil... Başarımızı artırmak için de prensip aynı. Bir nevi medcezir gibi hayal edebilirsiniz. Bir süre kendinizi zorlayıp, yormak ardından tekrar toparlanmak için bir süre dinlenmek gerekiyor. İster bir enstrüman çalmayı öğrenmek olsun, ister maraton koşmak... Uzmanlara göre bu medcezir döngüsünü sürekli tekrarlayarak çalışırsanız, başarıya ulaşma hızınız da başarı oranınız da artacak. Yani anlayacağınız yoğun çalıştığınız dönemlerin ardından bir süre mola verip tatil yapmak, vücudun başarılı olmak için bir ihtiyacı. Üstelik işverenlere müjde! Çalışanlarınız en önemli ve faydalı fikirleri de bu tatiller sırasında bulacak olabilir.
Başarı aslında kas yapmak gibi
Başarı aslında spora gidip de kas yapma prensibiyle aynı. Mesela kol kaslarınızı geliştirmeye çalıştığınızı hayal edin. Çok ağır bir yük kaldırmaya çalışırsanız, büyük ihtimalle ya kaslarınızı zedelersiniz ya da dayanamayıp henüz ilk denemede vazgeçmek zorunda kalırsınız. Ağırlık çok hafifse de kaslarınızın gelişmesine hiçbir faydası olmaz. İşe yaraması için size uygun olan, kaldırabileceğiniz ağırlığı bulmanız, her gün o ağırlığın biraz üzerine çıkarak denemeler yapmanız gerekir. Ancak çalışmalar arasında hiç mola vermeden, üst üste her gün spor salonuna giderseniz de güçlenmek yerine kendinizi sakatlarsınız.
Geçen yıl erkeklerde kısa paça modası bir geldi pir geldi. Sınırı kaçırıp, paçayı fazla kıvıranlar göz yordu. Ama bu yıl trend değişiyor. Kıllı bacaklar yerine renkli çoraplar geliyor!
Modacılara göre dikkat çekmek için artık farklı yöntemler peşindeyiz. Eskiden en önemli aksesuarlarımızdan biri güneş gözlükleriydi. Ancak son dönemde çoraplar gözlüklerin yerini aldı. Hatta kadının mücevheri neyse erkeklerin çorabı da o diyen bile var... Çorap satışları 2.8 milyar dolarlık bir pazar haline geldi. Şortların altına logolu uzun çoraplar, takım elbiselerin altına ise rengarenk, desenli çoraplar tercih ediliyor. Çorap piyasası birçok kişi tarafından kahve pazarına benzetiliyor. 30 yıl önce kahve siparişi verdiğimizde kimse kahve çekirdeklerinin nereden geldiğiyle ya da kahvenin nasıl demlendiğiyle ilgilenmezdi.
Ancak kahve zincirlerinin artmasıyla 1-2 lira verdiğimiz kahveler yerine 10 lira verdiğimiz ama özel çekirdekli kahveleri ‘tercih’ etmeye başladık. Şimdi ise 3. nesil kahve zincirlerinin açılmasıyla harcadığımız rakamlar daha da arttı. Çoraplar için de aynı... Bir çift çoraba 40-50 lira harcamayı normal görenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Örneğin logolu çoraplarıyla bilinen ABD’li Bombas 2014’te kurulduğunda 1.8 milyon dolar gelir elde ederken, rakamın bu yıl 50 milyon dolara ulaşması bekleniyor.
Sınırların dışına çıkanı güçlü görüyoruz
Artık birçok kişi çorabı statü sembolü olarak da görüyor. Eskiden zaten sadece zenginlerin giyebildiği bir aksesuardı çoraplar. Bugün olay yine benzer bir noktaya dönüyor. Daha süslü, daha renkli çorap daha çok varlıkla eşdeğer gösteriliyor. Bunu destekleyen araştırmalar bile var. ABD’nin ünlü Harvard Üniversitesi’nin araştırmasına göre geleneğin dışında davranan ve kurallara uymayan kişileri daha güçlü ve başarılı görme eğilimimiz var. İşte bu nedenle de takım elbisenin altına renkli çorap giyecek kadar özgüvenli biriyle ilgili algımız otomatik olarak daha olumlu oluyor. Yani anlayacağınız siyah takımın altına siyah çorap giyilen günler geride kaldı. Şimdi desenli ve rengarenk çorapların zamanı.
Real Madrid’in yıldızı Pepe artık resmen Beşiktaş’ta. İşte geçen hafta çok konuşulan oyuncunun bilinmeyen yüzü.
Beşiktaş geçen hafta ünlü stoper Pepe’yi renklerine bağlayarak bu sezonun en çok konuşulan transferini yaptı. Karar verme sürecinde en çok taraftarlardan etkilendiğini söyleyen yıldız daha ilk günden büyük ilgi gördü. 1983 doğumlu futbolcunun gerçek adı Képler Laveran Lima Ferreira. Babası iki ünlü bilim insanının isimlerini birleştirerek vermiş bu adı. Alman matematikçi Kepler ve Nobel ödüllü Fransız doktor Laveran... Ancak telafuz zor olunca henüz küçük bir çocukken Pepe ismini takmış. İlk koçu da bu adla hitap etmeyi sürdürünce zamanla yeşil sahalardaki takma ismi olmuş. Aslen Brezilyalı. Ancak 18 yaşında gittiği Portekiz’den aldığı vatandaşlığa büyük önem veriyor. Hatta Brezilya’dan da çağrı olmasına rağmen yıllardır Portekiz Milli Takımı’nda forma giyiyor.
Kimi tatile gidemedi, kimi tatilden döndü ve ‘hayata’ adapte olamıyor. O zaman yeni bir meditasyon yöntemiyle tanışalım.
Mindfulness kelimesinin tam Türkçe bir karşılığı yok. Farkındalık diye çevriliyor. Aslında tam çevirisi dikkatli olmak. Yani o anda bilincinizin kontrolünde olmak. Belirli bir anda iç ve dış dünyanızda neler olup bitiyor ona odaklanıp, kafanızı meşgul eden düşüncelerden uzaklaşmayı hedefliyor. Nasıl olacak bu iş demeyin. Yıllardır yapılan araştırmalara göre beyin bunu gerçekten de zamanla öğrenebiliyor. Ancak bol bol egzersiz yapmanız gerekiyor.
Düşünceleri kovup, o âna odaklanın
Aslında temeli Budist öğretilere dayanıyor. Batıyı bu yöntemle tanıştıran ise ABD’li Profesör Jon Kabat-Zinn. Amaç kimseyi, özellikle de kendinizi yargılamadan sadece âna odaklanmak. Beynimiz çoğu zaman bambaşka şeylerle dolu oluyor. Pişmanlıklar, bir ay önceki bir kavgada verebileceğimiz en ideal cevap, kredi kartı borcumuzun ay sonunda ne kadar geleceği bunlara sadece birkaç örnek. Hâlbuki bunları düşünürken o ânda etrafımızda olan biteni kaçırıyoruz. ‘Mindfulness’ta amaç bizi âna döndürmek. Duvarların rengine, masanın üzerinde ne olduğuna, yanımızdakinin saç modeline yoğunlaşmak. Başka da bir şey düşünmemek... Mesela nasıl nefes alıp verdiğinize, karnınızın nasıl şişip indiğine de odaklanabilirsiniz, yürüyüşe çıktığınızda ağaçlara, yapraklara, uçan kuşlara, duruşunuza, kollarınızın, bacaklarınızın nasıl hareket ettiğine de... Önemli olan beyninize başka düşüncelerin gelmesini engelleyebilmeniz. İlk başta birkaç dakika bile bunu yapabilseniz yeter. Emin olun zamanla bunda başarılı olduğunuz süre de artacak.
2 ayda beynin yapısını değiştiriyor
Günlük davranışlarımız beyinde değişiklik yaratabiliyor. Yaşımız kaç olursa olsun yeni bir dil öğrenebiliyorsak, aynı mekanizmaları kullanarak beynimize mutlu olmayı da öğretebiliriz. Harvard Üniversitesi’nden Sara Lazar bu konuyla ilgili bir araştırma yapmış. Daha önce hiç meditasyon yapmamış kişilere 8 hafta mindfulness çalıştırdıktan sonra beyinlerinde değişim olduğunu ortaya koymuş. Araştırmada, bir tehdit karşısında beynin karşı koy ya da savaş tepkisini harekete geçiren, kaygı ve stresin temel kaynağı ‘amigdala’ bölgesinin küçüldüğü gözlemlenmiş. Yani dış etkenler aynı kalsa da, insanların bu çalışmaları yaparak stresi daha normal karşıladıkları bilimle de kanıtlanmış.
Aplikasyonlarla alışabilirsiniz
Mindfulness için hem çok sayıda kitap hem de eğitim var. İnternetten kısa bir aramayla hepsi hakkında bilgi alabilirsiniz. En kolay yöntemlerden biri de yükleyebileceğiniz telefon uygulamaları. Piyasadaki bini aşkın uygulamanın en popüleri şüphesiz Headspace. Kullanıcı sayısı 15 milyonu geçiyor. Bu uygulama sayesinde her gün sadece 10-15 dakikanızı ayırarak kendinizi âna odaklamaya alışabilirsiniz.
Prenses Diana ve Prens Charles'ın peri masalı gibi bir hayatı vardı. Ama gerçekler dışarı yansıtılandan çok farklıymış. Meğerse Diana ağır depresyondaymış.
Son dönemde herkes sosyal medyada "mükemmel" hayatı yaşıyor. Sürekli yiyor, içiyor, geziyor, eğleniyor. Aslında içten içe hepimiz biliyoruz ki o sanal yaşam gerçekten çok uzak. Ama kabullenmek zor. Hatta İngiltere'de geçen ay yapılan bir araştırmaya göre Instagram ruh sağlığını en kötü etkileyen uygulama. Herkes diğerlerinin hayatını sorunsuz sanıyor. Fakat Dünya Sağlık Örgütü'ne göre 300 milyon kişi depresyonda. Yani neredeyse her 100 kişiden 4'ü... Üstelik bu rakam giderek artıyor. Bunun en ilginç örneği geçen hafta ortaya çıktı. Mükemmellikle özdeşleşen isimlerin başında gelen Prenses Diana'nın da aslında neler neler yaşadığı ortaya çıktı. Herkes şok oldu.
Tüm dünyanın gözünün üstünde olduğu bir isimdi Prenses Diana. İngiltere tahtının bir numaralı varisi Prens Charles ile düğünü, çocukları, boşanmaları, yeni sevgilisi hep olay oldu. Ağustos 1997'de trajik bir trafik kazasında yaşamını yitirdiğinde cenaze törenini canlı yayında tam 2.5 milyar kişi izledi. O zamanki nüfusla her iki kişiden biri... Ölümünün 20'nci yılı yaklaşırken bir kez daha gündemde. Hem de yıllar önce hakkında yazılan kitabın, ortaya çıkan detaylarıyla...
Ünlü yazar kitaba en özel detayları da ekledi
Ünlü yazar Andrew Morton 1992 yılında Diana hakkında "Her True Story" yani "Onun Gerçek Hikayesi" isimli bir biyografi kitabı yayımladı. Kitap görgü tanıkları ve arkadaşların anlattıklarıyla yazıldı denildi. Kimse Diana'nın gerçekten de Saray'ın kurallarını hiçe sayıp bir yazara en özelini anlattığını düşünmemişti. Ancak Prenses'in 1997'deki ölümünün ardından Morton kitabı revize etti. Diana'nın gizli gizli Morton'a röportajlar verdiği, biyografisi için bizzat yardım ettiği ortaya çıktı. Morton bu kez Diana'nın ölümünün 20. yılı için kitabı yeniden yayımladı. Sakladığı akıl almaz detayları da çekinmeden ekledi.
Peri masalında intiharın ne işi var?
Herkesin imrenerek izlediği, zarafet sembolü Prenses Diana aslında çok ağır bir depresyondaydı. Bir yılı bulmayan ilişkinin ardından hızlı bir kararla Prens Charles ile nikah masasına oturmuştu. O 19 yaşında bir anaokulu öğretmeni, Charles ise 31 yaşında, İngiltere'nin veliaht prensiydi. Her genç kızın rüyasıydı yaşanan. Prenses prensine kavuşmuştu. Milyonlar onun yerinde olmak istiyordu. Ama Diana hiç mutlu olmadı. Ortaya çıkan yeni detaylara göre, henüz balayından döndükleri gün Diana mutsuzluktan bileklerini kesmeye çalıştı, son anda durduruldu. Kitabın eski versiyonlarında bu hep birilerine atıfla anlatılıyordu. İlk kez Diana'nın ağzından neden intihar etmek istediğine dair detaylara yer verildi.