Pilot Galeri, Elmas Deniz’in insan-doğa ilişkisini temeline alan çalışmalarıyla izleyiciyi buluştururken, UNIQ Gallery Arda Diben’in distopik şehir manzaralarına ışık tutuyor.
Bozlu Art Project’teki “Toz” sergisi, malzemeden sızan boşluğun dile getirdiklerine aracı olurken; Kare Art Gallery’deki “İmgesel Zaman”, kanıksanmış görsel yığınlarından yeni söylemler türeten işleri bir araya getiriyor.
Bozlu Art Project’te ilk kişisel sergisini açan Meliha Sözeri, benim bu haftaki keşfim oldu. Heykel sanatçısı Sözeri’nin tamamen tel malzeme ile çalışarak ürettiği eserleri, gerçekten hayranlık verici. Sanatçının “Toz” adını verdiği sergisi, metal pırıltıları arasından göz kırpan boşlukların; ses, imge, beden üzerinden bireysel bir varoluşu, gerek form gerek kavram açısından temsil ettiği dramatik bir evren ortaya koyuyor. Gündelik hayatın sıradan nesnelerini, tel malzemenin imkânlarını şaşırtıcı derecede zorlarcasına yeniden yaratan sanatçı, aslında zihnimizdeki temel kalıp ve şablonları sorgulamaya açıyor. Sanatçının tabiriyle “estetik tehdit”e dönüşen makyaj malzemelerinden boy aynasına, dikiş makinesinden elektrik süpürgesine kadar toplumsal cinsiyet konumlandırmalarından kurtulamamış olan bu birebir replikalar; eleştirisini, yalın ve sükunet dolu görselliklerinin arkasına başarıyla gizliyor bana göre. Hemen hepsini dişil bir temsil aracı olarak görebileceğimiz nesneler; tel malzemenin ışık, form, doku, hacim bağlamında izleyiciye sunduğu tüm alışılmadık ve başına buyruk estetiğe tezat bir şekilde, bağımlılıkları aklımıza getiriyor. Meliha Sözeri’nin kadın kimliğine adanmış bu yaşamsal bağları, birer engel olarak değil arzunun doğasına dair birer sembol haline getirmesini özellikle başarılı bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Sanatçı, bu sayede izleyiciye, toplumsal roller ve kimlik atamaları konusunda daha naif bir okuma yapma imkânı sunuyor, bana göre. Teknik açıdan bakacak olursak; aldığı heykel formasyonu sebebiyle malzeme üzerinde belli bir yetkinliğe sahip olduğunu varsayabileceğimiz Meliha Sözeri’nin tel ile ortaya koyduğu ustalığın beni çok etkilediğini belirtmeliyim. Ana materyalden kesilen tel parçalarını adeta nakış işler gibi dikerek bir araya getiren, hem nesnenin formunu birebir taklit edip hem de malzemenin doğasındaki dramatizmi tüm çıplaklığıyla açıkta bırakan Sözeri, yenilikçi ve aykırı üretim pratiğiyle takdiri hak ediyor. 6 Mart tarihine dek açık kalacak olan sergiyi mutlaka görmenizi öneririm.
Sanal gerçekliğin tahribatı
Kare Art Gallery’de kapılarını açan “İmgesel Zaman” isimli grup sergisi ise farklı disiplinlerden sanatçıların yapıtlarını bir araya getiriyor. Rutin akış içerisinde gözümüzün ve zihnimizin ayrıştıramadığı, kanıksanmış imgelerin, aslında yaşamımızda ne denli etkili olduğu fikri üzerinden yola çıkan sergide; Arzu Eş, Ali Alışır, Emin Çizenel, Murat Germen, Mehwish Iqbal, Hayal İncedoğan gibi sanatçıların işlerini izlemek mümkün. Yaşadığımız çağın kaçınılmaz bir getirisi olarak her gün adeta görsel bir bombardımana maruz kalmamız sonucu algılarımızın, gözümüzün ve zihnimizin görmemeyi seçtiklerine odaklanan sergi, bu sanal gerçekliğin bilinçaltımızda yarattığı tahribatı gözler önüne seriyor. Birbiriyle yarışırcasına önümüze çıkan bu kaotik imgeler yığını; geçicilik ve tükeniş gibi olguların hayatlarımızın normalize edilmiş birer gerçeği olduğunu hatırlattı bana. Gerek ifade biçimi gerekse de kavramsal yaklaşımı çeşitlilik gösteren bir grup sanatçının, insanoğlunun düşünce sistemine dair açmazlar konusunda yakaladığı eleştirel ortaklık oldukça kayda değer diyebilirim. Küratörlüğünü Denizhan Özer’in üstlendiği “İmgesel Zaman” 21 Mart tarihine dek Kare Art Gallery’de ziyaretçilerini bekliyor.
Genç yetenek Tayfun Gülnar’dan sanatta 55’inci yılını kutlayan Bilge Alkor’a, Ocak ayının öne çıkan sergileri arasından kaçırılmaması gerekenleri hafta sonu ajandanıza eklemenizi öneririm.
Prof. Dr. Kıymet Giray’ın küratörlüğünü üstlendiği “Türk Modernizmi; SEÇKİLER İSTANBUL” başlıklı sergi, yerel sanatsal eğilimlerin geçmişten bugüne izlediği yola, geçtiği aşamalara odaklanıyor.
Base İstanbul ve Juma Art’ta yer alan galeriler, Karaköy’ün sanatla ne denli bütünleştiğini gözler önüne seriyor.
Pera Müzesi, yine çok başarılı bir sergiyle izleyici karşısına çıktı. Sanat tarihinin en derin konularından biri olan portre geleneğine farklı bir bakış sunan “Bana Bak! ”la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar” isimli sergi, dünya çapında sanatçıların işlerini paylaşmakla kalmıyor; izleyicinin de yapıtlarla bütünleşmesine olanak tanıyan açık uçlu bir önerme ortaya koyuyor. Seçkinin fotoğraftan heykele, resimden videoya uzanan içerik zenginliğinin; üzerinde taşıdığı kapsayıcı söylemin sınırlarını zorlamadan çeşitleniyor olması, benim özellikle ilgimi çeken bir nokta oldu.
Sergi; portrenin, toplumsal yönelimler ve kimlik tanımlamaları bakımından dikkate değer noktalarını tartışmaya açmanın yanı sıra sanatçısının yorumuyla şekillenen bu ifade biçimi aracılığıyla kendimizi nasıl bir sorgulamaya yönelteceğimizi de düşündürüyor. Serginin başlangıcını oluşturan “Kimliğe İlişkin Uzlaşımlar” bölümünde; cinsiyet, ırk, toplumsal kimlik gibi kavramlara dair soruların yanıtı aranıyor. Marlene Dumas’nın “Peygamber” isimli yapıtı, tam da bu noktada gerçekliğin samimi ancak rahatsız edici tarafını açığa çıkartarak, zihnimizdeki kalıplaşmış sembollerin tasvirine dair farklı açılımlar ortaya koymasıyla beni çok etkiledi. Vik Muniz’in, fotoğraf tarihinin ikonik imgelerinden birini yeniden ürettiği grup portresi çalışması ise; teknik bir müdahaleyle kolektif bir imgenin, bakış açısı ve algılayış farklılığı üzerinden irdelenmesi gereken bir yapıta nasıl dönüştürüldüğünün en canlı örneği diyebilirim. “Sahnelenen Duygular” adını taşıyan diğer bölüm, portrenin temel öğesi figüre odaklanan çalışmalarla, izleyicinin öznel yorumlarını, gözlemleriyle buluşturacağı bir alan yaratıyor. Bu kata girer girmez karşılaştığım 36 parçalık seri, serginin en vurucu işlerindendi. Roni Horn’un; bir palyaçonun portresini, detayları seçilemez ve bulanık bir soyutlamaya dönüştürdüğü işi, insan doğasının değişkenliğini ve tekinsizliğini anımsattı bana. Değişkenliğe odaklanmışken bu kez de beni geçicilikle yüzleştiren video ise Oscar Muñoz’un etkileyici yapıtıydı. Güneş ışıklarıyla ısınmış bir kaldırıma su ile oto-portresini çizmeye çalışan sanatçı, sonsuz bir döngü halinde süregiden varoluş/yokoluş fikrini oldukça şiirsel bir yolla anlatmayı başarmış.Curro González’in “Süt Ormanı” çalışması ise bu yok olma kavramının, biraz gizem ve hayal gücüyle derinleştirildiği interaktif bir deneyim sunuyor. Serginin finalini, çok çarpıcı bir enstalasyonla yapıyoruz. Her daim yoğun göndermelerle izleyicide kalıcı bir iz bırakan Christian Boltanski’nin bu yerleştirmesi, 1952-1997 yılları arasında İspanya’da yayımlanan ve adli olayları içeren El Caso gazetesinin arşivlerinden alınmış yüzlerce suç mahalli ve portre fotoğrafını içeriyor. Sanatçının boyutlarını büyüterek neredeyse tanınmaz hale getirdiği görsellerin arasına girdiğimde oldukça ürperdiğimi söylemeliyim. Nitekim Boltanski’nin amaçladığı nokta da; bu trajik olayların öznelerini anonimleştirerek izleyicinin kişisel algı sınırlarını taciz edip rahatsızlık yaratmak. Bu sayede toplumsal belleğe ayna tutarak dramatik bir yaklaşım sunan sanatçı, hedefine kesinlikle ulaşıyor.
Sanat tarihinde özel bir yere sahip olan klasik portreciliği, çağdaş sanat pratiğiyle yeniden derleyen seçki, kesinlikle ayrı bir ilgiyi hak ediyor. 4 Mart’a kadar açık kalacak olan sergiyi görmeden geçmeyin derim.
Geride bırakmaya hazırlandığımız yıl, ufkumuzu açan sergilerlerle doluydu. İşte favorilerim.
Base İstanbul ve Juma Art’ta yer alan galeriler, Karaköy’ün sanatla ne denli bütünleştiğini gözler önüne seriyor.
Yılın son haftasına girerken şehirdeki hareketlilik sanat ortamımıza da yansıdı. Özellikle Karaköy rotasında görülecek pek çok serginin yanı sıra Türkiye’nin ilk kolektif Güzel Sanatlar yeni mezunları platformu BASE de kapılarını açtı. Juma Art galerileri ise yeni yılı yeni sergileriyle karşılıyor.
Pi Artworks, Nejat Satı’nın kişisel sergisi ile 2017’yi tamamlıyor. “Karanlıktaki Işık”; sanatçının, dinamik ve soyut formlarını, malzemenin yaratıcı potansiyeli ile birleştirdiği sıra dışı bir “tuval” sergisi diyebilirim. Dış ortamla ilişkisi anlamında interaktif diyebileceğimiz bu işler, ışığın tuvaldeki gücünü ve değişimini kavradığımız oldukça başarılı deneysel çalışmalar. Satı’nın da vurguladığı gibi; dünyanın içerisinde bulunduğu karamsarlığa karşı ümidi temsil eden bu tuvaller, soyut resmin izleyici üzerinde yarattığı duygusal dinamizme farklı bir katman ekliyor. Sanatçının tercih ettiği yalınlaştırılmış renk skalası ise serginin fikirsel altyapısını doyurucu şekilde tamamlıyor. Sergiyi 27 Ocak tarihine dek mutlaka görün derim.
Gerçeküstü bir evrenle tanışın
Galeri Nev İstanbul, Elvan Alpay’ın en taze üretimlerini içeren “Oyun Bitti / Hadi Oynayalım” isimli sergisini izleyiciyle buluşturuyor. Alpay’ın tuval üzerine üçüncü bir boyut katarak yarattığı gerçek üstü evrenin kapısından girdiğinizde; doğanın renkli, iyileştirici ve rahatlatıcı gücünü anımsayacaksınız. Sanatçının üslubunun en önemli öğeleri olan bitki ve hayvan desenleri, tuval düzleminin fonu olarak karşımızda belirirken; polyester film üzerine akrilik ile üretilmiş yaprak ve çiçek motifleri de yüzeyden dışarı taşan katmanlar şeklinde adeta hayat buluyor.
İzleyiciyi ilk andan itibaren içine alan bu gizemli bitki örtüsünün temsil ettiği “vaha”, içinde bulunduğumuz toplumsal ve politik gerginliklerin arasında nefes alınacak bir alan sunuyor. Sergi, 27 Ocak’a kadar açık.
Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral’ın 200’e yakın eseri, “Füreya” sergisinde ziyaretçilerle buluştu. Roman gibi bir hayat yaşayan Koral’ın eserleri objelere ve renklere bakışınızı değiştirecek.
Yerli kültürel mirasımızın birçok farklı alanına destek vermeyi hedefleyen Kale Grubu’nun 60’ıncı yıldönümü vesilesiyle imza attığı “Füreya” sergisi, Akaretler’deki Sıraevler’de izleyiciyle buluştu. Seramik sanatının en önemli isimlerinden Füreya Koral, bu alanda çağdaş üretimler yapan ilk sanatçılarımız arasında başta geliyor. Károly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy’un küratörlüğünü üstlendiği bu kapsamlı retrospektif, Füreya Koral’ın seramiğe olan tutkusunu, geleneksel eğilimlerden ayrılarak çağdaş üretime yönelişindeki motivasyonu ele alıyor. Sanatçının yaşamına dair anlamlı vurgular eşliğinde eserlerini de öyküleştiriyor.
İlk sergisini Paris’te açtı
Sergide yer alan 200’e yakın eser; sanatçının seramik nesne, tabak, porselen, duvar panosu, litografi, mürekkep desen vb çeşitli alanlardaki hakimiyetini gösterirken, kendine çizdiği özgün yolda ne denli emin adımlarla ilerlediğini de belgeliyor. Fotoğraf, kişisel eşyalar, kitap, defter ve film ile zenginleştirilmiş retrospektifi gezerken o dönem için sanatta devrim niteliği taşıyan fikir, üretim ve yönelimlere sahip oluşuna hayran kaldım diyebilirim. Teyzeleri Fahrelnissa Zeid ve Aliye Berger’in ısrarlarıyla, 1947’de, İsviçre’de, tedavi görmek üzere yattığı bir sanatoryumda resim ve seramik yapmaya başlayan sanatçı, daha sonra gittiği Paris’te dönemin ünlü seramik sanatçılarından Georges Serré’in yönlendirmesiyle çeşitli seramik atölyelerinde kendini geliştirdi. İlk sergisini, 1951’de önce Paris’teki Galerie M.A.I.’de açan Koral, Türkiye’deki ilk kişisel sergisini ise dönemin en değerli sanatsal buluşma noktası Maya Galeri’de açtı.
Eserleriyle çığır açtı
İlerleyen yıllarda kendisinin bile büyük cesaret olarak tanımlayacağı işler yapan Koral, kültürel ve fikirsel birikimi üzerine inşa ettiği sanat pratiğiyle Türkiye sanat tarihinde çığır açtı desek abartılı olmaz. Seramik objeleri birer dekorasyon nesnesi olmanın ötesine taşıyarak malzemeye kavramsal ve tinsel anlamlar yükleyen Füreya Koral’ın hikâyesi, her disiplinden ve yaştan sanatçılar için ilham verici. Sanatın dönüştürücü ve iyileştirici gücüyle, hayatının en genç yıllarında tanışmamış olsa da, üretmeye başladıkça kendini keşfeden ve en derinlikli şekilde gerçekleştirebilen birine dönüşmesi beni çok etkiledi. Seramik-mimari birlikteliğine dair literatürü belirleyecek düzeyde çalışmalarıyla kamusal sanat adına da çok değerli işlere imza atmasına rağmen ne yazık ki bunların büyük kısmı günümüze ulaşamamış. Kültür ve sanat ortamımızın gelişim sürecinin belki de en ivmeli ve dinamik dönemlerinde, ünlü yazar, sanatçı ve mimarlarla buluştuğu entelektüel bir paylaşım alanı olarak anılan atölyesi ise sonraki nesil seramik sanatçıları için eşsiz bir üretim kaynağı olarak tarihe geçti. Füreya Koral’ın sanat tarihimizdeki önemini yeniden keşfetmek adına bu sergiyi mutlaka görmelisiniz, 18 Ocak’a kadar devam ediyor.