Sinema, büyülü bir dünya... Ve kimsenin bir başkasının bu büyülü dünyasına zarar vermesine hakkı yok. Biraz daha dikkatli ve saygılı davranarak oldukça keyifli bir şekilde filmlerimizi izlemeye devam edebiliriz.
Gönül istiyor ki aylardır belki de yıllardır yolu gözlenen filmleri konuşalım. Kimler rol alıyor, yönetmen ve senarist bize ne anlatmak istiyor, film beklentiyi karşılıyor mu?
Ancak, bu hafta, vizyona yeni giren filmleri konuşmak istemediğimi fark ettim. Çünkü, son dönemde sabahları gittiğim filmlerin basın gösterimlerinde ve akşamları gittiğim sinema seanslarında beni rahatsız eden durumlar oldu. Bunları anlatmanın yeni bir film hakkında bilgi vermekten daha önemli olduğunu hissettim.
Sinema, izleyeni o an oturduğu koltuktan alıp farklı bir dünyaya götürür. Yaşanılan her şeyi, sinema salonunun kapısının arkasında bıraktırır. Başkalarının hayatlarına tanık olur, size dokunan yerlerde hüzünlenir, yeri gelir kahkahalara boğulur yeri de gelir düşüncelere dalarsınız. Karanlıkta yanınızda oturanı bile görmekte zorlanır, siz ve perde başbaşa kalırsınız. Büyülü bir dünyanın içindesinizdir adeta.
Sinema salonunda kahve sohbeti
Tam siz bu büyülü anın tadını çıkartmaya çalışırken bir anda bommm!!! Yan taraftaki ağabeyimiz çatır çutur patlamış mısırını yer. Lakır lukur içeceğini kafaya diker, bir dakikanın her otuz saniyesi boyunca. Duymamaya çalışırsınız ama nafile.
Sonra mesela tanısı yeni konulan “gündemi kaçırma sendromu”nu herkesin yaşamaya başladığını anlarsınız. Telefonun ışıkları bir türlü sönmez. Hani önemli bir arama gelse de bakılsa sorun olmaz belki ama bakılan yerin sosyal medya olduğunu görünce saç baş yolmamak elde değildir.
Zorla ekrana ve konuya odaklanmaya çalışır az da başarılı olursunuz. Bir anda koltuğunuza gelen tekme ile sarsılınca da kendinize gelirsiniz. Hemen arkanızda oturan kişi kendini evinin koltuğunda sandığı için rahat hareket etmiştir o kadar.
Bir yandan da fısır fısır bir uğultu. Filmden önce veya filmden sonra yapılması gereken kahve sohbeti, o anı bulmuştur.
Bu ve buna benzer olaylar basın gösterimlerinde bir nebze daha az tabii. Gelenler ayrıntıları kaçırmak istemediği için daha dikkatli ve daha saygılı. Ancak, orada da ara ara aşırı hassasiyet gösterenler çıkabiliyor. Örneğin, daha film başlamadan “Telefonları kapatın” diyenler olduğu gibi. Heyecana gerek yok. Film başladığında elbette kapanacaktır, kapanmazsa uyarı yapılabilir.
Bollywood aşkı
Sinema, hala tüm toplumlar için en büyük eğlence alanlarından biri. En fakirinin de en zengininin de ortak noktası olabiliyor. Örneğin, halkının büyük oranının geçim sıkıntısı, hatta açlık sınırının altında olduğu Hindistan’ın Bollywood’a bu kadar sarılmasının nedeni bu. İnsanlar yaşam mücadelesi içinde tatile çıkamıyor, farklı yerler keşfedemiyor ve yiyemiyor. Bunu beyazperdeye baktığı birkaç saatte yaşamaya çalışıyor.
Ne orada ne de dünyanın herhangi bir yerinde insanların bu anlarını sabote etmemek gerektiğine inanıyorum. Biraz daha dikkatli davranarak çok daha keyifli dakikaları yan yana ama bir o kadar da kendimizle kalarak geçirebiliriz.
Herkese bundan sonra izleyecekleri tüm filmlerde iyi seyirler dilerim.
Haftanın filmleri:
Katliam Günü
Nick Jongerius’un yönettiği ve Noah Taylor, Patrick Baladi, Ben Batt ile Charlotte Beaumont’un oynadığı filmde Jennifer, geçmişinden kurtulmaya çalışan bir kızdır. Bir gün Amsterdam’ın efsanevi yel değirmenlerini izlemek için bir tura katılır. Fakat otobüsün ıssız bir yerde kaza yapması sonucu Jennifer ve diğer yolcular sığınacak bir yer bulmak zorunda kalırlar. Terk edilmiş bir yel değirmenine sığınırlar. Yolcular teker teker kaybolmaya başladıklarında, Jennifer hepsinin ortak kaderi ve sırrı olduğunu fark edecektir.
Mine
abio Resinaro ile Fabio Guaglione’nin yönettiği ve Armie Hammer, Annabelle Wallis, Tom Cullen ile Clint Dyer’in oynadığı filmde, keskin nişancı Mike Stevens, başarısız bir suikast girişiminin ardından olay yerinden kaçarken kara mayınlarıyla kaplı bir bölgeye girer. Arkadaşı dikkatsizlik sonucu ölürken Mike da bir mayına bastığını fark eder. Ayağını kaldırması halinde havaya uçacaktır ve kendisine destek verebilecek birliğin gelmesine 52 saat vardır. Mike tüm yeteneklerini kullanmak, fiziksel ve zihinsel dayanıklılığını ortaya koyarak mutlaka ayakta kalmak zorundadır.
Lady Macbeth
William Oldroyd’nun yönettiği ve Florence Pugh, Cosmo Jarvis, Paul Hilton ile Naomi Ackie’nin oynadığı Lady Macbeth filmi, 1865 yılında geçiyor. O zamanlarda, İngiltere’de son söz erkeklerindir. 17 yaşındaki Katherine, Alexander ile evlenmesi için küçük bir toprak parçasıyla birlikte satılır. Katherine, Boris iş için evden ayrı kalınca evdeki iktidarı alır.
Bakıcı
Jonathan Baker’in yönettiği ve Gina Gershon, Faye Dunaway, Nicolas Cage ile Nicky Whelan’ın oynadığı Bakıcı filmi, gizemli genç kadın Katie ve kızının geçmişlerinden kaçmak için yeni bir kasabaya taşınmasını konu alıyor. Kasabada Angela ile kısa sürede sıkı bir arkadaşlık kurarlar. Bir anda samimi olmaya başlayan Katie ve Angela’nın arkadaşlığı, Angela ile eşi Brian’ın Katie’ye dadılık ve misafir evinlerinde yaşama teklifi ile yön değiştirir.
Tam Gaz
Edgar Wright’ın yönettiği ve Ansel Elgort, Kevin Spacey, Lily James ile Jon Bernthal’ın oynadığı filmde, hırsızlık çetelerinin işledikleri suçların mahalinden kaçışını sağlayan yetenekli genç bir sürücü olan Baby anlatılıyor. Baby, yaptığı işte en iyi olabilmek için düzenlediği kişisel şarkı listesinden güç alıyor. Rüyalarındaki kıza rastladığında bunu, suç batağındaki hayatından temiz bir kaçış için fırsat olarak görür.
Hayalet Hikayesi
Olivier Assayas’ın yönettiği ve Kristen Stewart, Lars Eidinger, Anders Danielsen Lie ile Sigrid Bouaziz’in oynadığı filmde, kalp yetmezliğinden muzdarip olan ikiz kardeşler ölmeden önce birbirlerine söz verir. İlk önce kim ölürse, öldükten sonra diğer kardeşine bazı işaretler gönderecektir. Kristen Stewart’ın canlandırdığı Maureen’in kardeşinin ölümünden sonra işler karmaşıklaşır. Paris’in ışıltılı moda dünyası, anlam verilemeyen, hayaletlerin esrarengiz dünyası ile birbirine karışır.
