Arzın istiridye merkezi

Türkiye’nin yüzakı, dünya çapında usta heykeltıraş Meriç Hızal’ın, C.A.M. Galeri’deki (Abdi İpekçi Cad. İstanbul) sergisini gezerken, içimden “yeter!” diye bağırmak geldi. Yeter...

Haberin Devamı

İsyan ya da teslimiyete, tıpkı birbirini tamamlayan, artısı yoksa eksisi de yok karşıtlar gibi, her şeyin ve tersinin olabileceği boşlukta karar verilir. İnsan beyni, ileri atılmadan ya da geri çekilmeden önce vitesi boşa alır.

İşte o boşluk, bıkkınlık anıdır. Yetti gayrı, zamanıdır.

Ne gariptir ki, tahammülün bittiği boşluğu da aşırı doygunluk yaratır. Çekilmez olan, artık kabul edilemeyecek bir doygunluk.

Türkiye’nin yüzakı, dünya çapında usta heykeltıraş Meriç Hızal’ın, C.A.M. Galeri’deki (Abdi İpekçi Cad. İstanbul) sergisini gezerken, içimden “yeter!” diye bağırmak geldi. Yeter...

Meriç Hızal, soylu, sade ve saf kesimiyle, kendi attığı “yetti gayrı!” çığlığını, sanatçı isyanını olağanüstü bir aforizmaya kazımış, yontmuş, seyirciyi yakalayıp sarsıyor.

Bin bir çeşit şapkalarla kişisel ve toplumsal tarihi yazmış.

Ama nasıl? Şapkalar ahşap. Birbirinden güzel, kalıcı, katı ve kullanılmaz. Üzerlerine kazınan her harfin içi boşaltılmış. Sözün ardındaki zemin, şapkayı koyduğunuz yere (kelleye) göre değişiyor.

***

Türkiye’nin dönemeçlerini de “Gazete” başlığı taşıyan “Taraflı Derleme Tabletlere” taştan oymuş Meriç Hızal. Yıl 1950: “DP hükümeti Kore’ye Meclis onaysız 5090 kişi gönderdi. N. Hikmet özgürlüğüne kavuştu... Yıl 1963: Avrupa için 115 bin işçi sırada. Bu dünyadan Nazım geçti...” diye okurken içi boşaltılmış “taş” gazeteleri, “YETEER!” diye bağırasınız geliyor. Çünkü anlıyorsunuz; nasıl alay ediyorlar bizimle, yarım yüzyıldan fazladır, nasıl bir mekanik yürüyüş bandında kilometrelerce koşturulmuşuz gözlerimiz bantlı, tek bir metre ilerleyemeden...

Meriç Hızal’ın bellek yontuları, boşa taktığımız vitesi ileri geçirmek için birebir. Bu sergiyi 29 Nisan’da Çağlayan’da yapılacak büyük İstanbul mitingi öncesi görmek ise düpedüz doping!

Ali Arif Ersen’in yanımda olmasını isterdim Meriç Hızal’ın sergisini gezerken. Onun eşsiz kafası, birikimi, sanatçılığıyla ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilmek, duymak isterdim. Ali Arif’imiz, aramızda, yanımızda, gözleriyle konuşuyor bizimle. Ama öyle özledim ki sesini, canım arkadaşımın.

Hayatımda çok az insana, Ali Arif Ersen’in düşüncesine verdiğim önemi verir ve çok az sanatçıyı onu saydığım gibi sayarım. Düşünün ki iki yıl olmuş susalı ve bakışlarıyla konuşmaya, yazmaya, yazdırmaya başlayalı.

Mucizeler yaratıyor hâlâ: Siz yerinden kıpırdamadan, Türkiye’den Avrupa’ya sergi açmaya devam eden başka bir sanatçı tanıyor musunuz? Ya yerinden kıpırdamadan sergi gezip sevgili Berna’sına tablo satın alanını?

***

Türkiye’nin bence en büyük fotoğraf sanatçısı Ali Arif Ersen, beyin kökünü vuran, ama aklını değil, ancak hareketlerini durduran enfarktüsten beri İstanbul’da “Sarajevo” sergisini açtı, onun da benim gibi “Sarajevo” demeyi tercih ettiği Saraybosna ve Ljubliana’da ise “Três Américas” sergisini. Ali Arif’in fotoğraf sanatı, yalnız onun sahip olabileceği yalnızlık ve hüzünle eşlik ettiği insanlık hallerinin, Orta Avrupa’dan Güney Amerika’ya değişmeyen sacayağının soluk kesen bir doğruluk, acımasız ve dürüst bir bakışla zaptıydı bu sergiler.

Ali Arif Ersen, eşim Daniel Colagrossi ile hasta olmadan önce de konuşmadan anlaşırdı. Daniel Türkçe fakiri, Ali Arif Fransızca bilmez, ortak dilleri sanatla fikir alışverişine çıkarlardı.

Ali Arif dostunu, Daniel’in bu kez onsuz hazırladığı “Vanity/Vanite” (Creamart, Kuruçeşme) sergisinde de yalnız bırakmadı. Sergi açılışında bir de baktık ki, Berna’sına armağan, “Arzın İstiridye Merkezi” adlı tabloyu almış!

Arzın istridye merkezini, o derin sessizliğin içinde inci büyütmeyi, ondan daha iyi kim bilebilir ki? Ali Arif Ersen böyle olunuyor demek ki. Ya da insan. Sanatçısından. Hakiki.

DİĞER YENİ YAZILAR