“Akıl tutulması” dönemine mi girdik?

Güneş tutulabilir, Ay tutulabilir; tutulsun... Dert değil!

Haberin Devamı

Güneş tutulabilir, Ay tutulabilir; tutulsun...
Dert değil!

Bir süre garip bir karanlık yaşıyoruz, bir yandan da hoş bir heyecana kapılıyoruz.

Kısa sürede gelip geçiyor bu doğal tutulmalar.

Peki “akıl tutulması” öyle mi? Hayır!

Aklın önüne geçen yürek olsun, canımı yesin!

Fakat durum başka!

Paranoyaların, öfkeli kuşkuların, akıl dışılıkların insan aklını perdelemesi bambaşka bir şey.

Bu tutulma, bu perdelenme bir kez başladı mı kolay kolay gitmiyor, karanlığın gücü en aydınlık zihinleri bile ele geçirmeye başlıyor.

***

Peki neden bu konuyu açtım?

İlk bakışta biraz kişisel bir sorun gibi görünecek belki! Ama “son bakışta” bu, toplumsal bir sorun. Anlayacaksınız!

Sürekli okurlarım hatırlar; geçen hafta “Mavi tuhaf ve karanlık bir renktir” başlıklı bir yazım çıktı bu köşede.

Fizikte, boya kimyasında ve kültürde mavi rengin yeri üzerine bir yazıydı.

Son zamanlarda çeşitli şehirlerimizde dış cephesi kül mavisi ve lacivert tonlarında kaplanan yapılar dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu yapılar hiç hesaplanmamış olmasına karşın kasvetli bir etki yaratıyor, şehrin dokusunu bozuyordu.

Derdim bu noktadan yola çıkıp “gözlerde, denizde, gökyüzünde maviyi çok severiz ama renk olarak mavi tuhaftır; hatta iç karartıcıdır, kullanırken dikkatli olmak gerekir” yazısı kaleme almaktı.

Yazı boyunca kişisel tecrübelerimden dem vurdum; “gökyüzünün rengi neden mavidir?” açıklamasına bile yer verdim; farklı dillerde farklı renk adları olduğunu, rengin sadece
bir fiziksel gerçek değil, aynı zamanda bir kültürel adlandırma olduğunu anlattım.

Yazının sonunda da “mavi gözlüleri yücelten, onları uzaylı misyonerler olarak gören Nişantaşı-Ulus mistikleri” konusuna girmeyeceğimi belirtirken; zaten bu çevrelerin nedense mavi gözlü Nazileri görmezden geldiklerini vurguladım.

Çünkü daha çok İstanbul’un zengin semtlerinde odaklanmış “ufocu-spiritüalist” çevreler aklıma gelmişti. Amerikalıların “new age cult” dedikleri inanışlara sahip bu çevrelerde mavi gözlü olmak bir tür “misyon” işareti olarak algılanıyordu.

Madem mavi renkten söz ediyorum, araya bunu da sıkıştırıvereyim, demiştim.

***

Sen misin yazının son bölümüne o küçük notu koyan!

Sonra neler oldu, bakın!

“Vay sen nasıl Atatürk’e laf edersin! Atatürk’ü yüceltenleri eleştirmek cumhuriyetimize düşmanlıktır” diyen telefonlar aldım.

“Tandoğan, Çağlayan, Gündoğdu mitinglerine katılanları küçümsediğimi” iddia eden mesajlar geldi.

“Yüce önderimizin aziz hatırasını zedeleyebilecek en küçük bir lafı bile edemezsin” diye tehdit etmeye kalkışanlar oldu.

Düşündüm...

Bu kişilere “arkadaşlar biz Atatürk’ü mavi gözleri için değil, yaptıkları için sevdik” diye laf anlatmaya çalışmanın; “bu mudur Atatürkçülük?” diye ciddi bir tartışmaya girmenin hiç anlamı yoktu.

Elbette başka bir dönemde bu tepkilere hiç aldırmazdım.

Bizim meslekte doğaldır, deyip gülüp geçerdim.

Ama bu kez olup biteni hafife alamadım!

Tersine; üzüldüm, sıkıldım.

Çünkü bilirim ki inançlarımız, siyasal çizgimiz, dünyayı algılayış biçimimiz “akıl tutulması”na teslim olursa, arkası hepimiz için kötü gelir ve son pişmanlık fayda vermez.

Bunu bilecek kadar çok yaşadım bu ülkede!

*****

Eurovision yorumu

Pazar sabahı bir arkadaşımla karşılaştım.

“Eurovision’u izledin mi?” diye sordu.

Evet, dedim.

Kenan’ı soracak sanıyordum. Söyleyebileceklerimi şöyle bir zihnimden geçirdim.

Oysa çok daha sıkı bir sorusu varmış onun.

“Eski Yugoslavya cumhuriyetlerinin hepsi yarışmaya ilk kez katılan Sırbistan’a oy verdi. Ayıldılar bayıldılar Sırp şarkısına. Ama gerçeğe bakarsan şarkı umurlarında değildi, maksat eski Büyük Ağabey’e selam çakmaktı! İnsan merak ediyor: E, madem bu kadar ayılıp bayılıyordunuz, neden ayrıldınız Belgrad’tan? Dünyaya daha geniş bir perspektiften bakmaya ne zaman başlayacaksınız?”

Birkaç dakika sonra da bir başka arkadaşımdan şöyle bir yorum geldi.

“Sadece ülke politikaları yok işin içinde! Lezbiyenler Sırbistan’ı birinci; geyler Ukrayna’yı ikinci yaptı.”

DİĞER YENİ YAZILAR