14 yaşındayken en sevdiğiniz hobinizi iş olarak yapabiliyor musunuz?..

Haberin Devamı

Uçakta yanımda oturan gazeteci arkadaşım Şelale Kadak sordu:

“Reha 14 yaşındayken en fazla ne yapmaktan hoşlanırdın?..”
Döndüm baktım ki Financial Times’daki mucizevi yazıyı okuyor...

“14 yaşındaki günlerinize dönün” diyordu Financial Times’ın yazısı...

“14 yaşında yapmaktan en zevk aldığınız şeyi, işiniz haline getirin... Gençliğinizde en keyif aldığınız hobiniz, bugün işiniz olursa, hayatınıza inanılmaz bir keyif katarsınız...”

***


Bugün Pazar...

Oturun bir düşünün 14 yaşında ilk gençlik günlerinizde neler yaptığınızı, nelerden en çok keyif aldığınızı...

Sonra onları hayatınızda ya iş olarak, ya da hobi olarak yeniden ciddi olarak yapmaya başlayın...

Financial Times hayatın mucizesini dün özetlemişti aslında...

***


Son 7-8 yıldır bana “hayatın nasıl gidiyor” diye soranlara şu cevabı veriyordum:

“Uzun yıllar işimi hobim haline getirmeye çalıştım... İşimi yaparken sanki bir hobimi yapar gibi zevk almaya baktım...
Ama son yıllarda başka bir düzleme atladım...

Artık hobilerimi işim haline getirdim...

İşimi hobi gibi görüp yaşamıyorum...

Bizzat hobilerimi işim yaptım, ondan bir miktar para kazanıyorum...”

***


İngiliz gazetesi benim son 7-8 yıldır uyguladığım mucizevi formülü yazıp öneriyor...

“14 yaşında en çok sevdiğiniz şeyleri ve hobilerinizi işiniz haline getirin...”

14 yaşımı gözümün önüne getiriyorum...

Kitap okurdum, sinemaya giderdim, maç seyrederdim, futbol oynardım...

Okul TED Kolej’iydi...

Okulun neredeyse resmi sporu basketboldu...

Sonra siyasetle ilgilenmeye başladım, devrimci dalgalara doğru yelken açtım...

Ve fakat devrimcilik beni, Kolej’in, ya da mahallenin güzel kızlarıyla çıkmaktan, flört etmekten alıkoymadı...
Arada bir de aşık olurdum...

O sıralarda okeyi, kingi, pokeri bitirdim, briç oynamaya başladım...

Elbette Cat Stevens, Simon and Garfunkel ve Beatles gruplarıyla başlayan müzik dolu geceler, bitmek bilmeyen sohbetler, aşklar ve ilişkiler...

***


Nasıl güzel, nasıl keyifli, nasıl benim olan saatlerim, günlerim, gecelerimdi onlar...

Sonra yavaş yavaş kendime, keyiflerime hobilerime yabancılaşmaya başladım...

Hayatın şartları bizi değiştirdi...

Kendimize yabancılaşır olduk...

Eski hobilerimizin yerini “daha havalı olduğunu zannettiğimiz” zevkler aldı...

Artık resepsiyonlarda davetlerde boy gösteriyorduk...
Sigara tüttürüyor, buzlu Malt viski kadehleriyle hava basıyorduk...

Mesleki ve toplumsal merdivenleri çıktıkça, “güçlendiğimizi zannediyor, yeni çakma iktidarımızı egzersiz edecek, sanal heyecanlar, insan ve toplum mühendisliklerine girişiyor, ne büyük adam olduğumuzu çevremize kanıtlayacak saçmalıklara giriyorduk...”

***


Geçmişimizin gizli bölmelerinde kalmış bir öcünü çıkartırcasına “Çok büyük ve çok güçlü bir adam olmanın ispatı”yla geçiyordu ömrümüz...

“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?..”

Elbette bunu dillendirecek kadar yontulmamış değildik...
Ancak aslında hayatımız “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” horozlanmasının böbürlenmesinden ibaret bir çıkışlar manzumesiydi...

Bir gün “Kendime yabancılaşmanın, toplumsal katmanlarda zirveye çıkmak uğruna bünyeme yaptıklarımın, ‘başarı’ denilen hırsı, ihtirası tetikleyen o afyon uğruna hayatımı nasıl zehir ettiğimi” farkettim...

Günde 2-2.5 paket sigara içiyor ve kendimi havalı zannediyordum...

İskoç viskisinin bol buzlu bardaklardaki görüntüsünden, kendimi şizofrenik sanal dünyaların zirvesinde vehmediyordum...

***


Önce manevi kızım Ayşe Nazlı hayatımı değiştirdi...

Onu 6 aylıkken “canlı yayına çıkartılacak bir haber metaası olarak görürken” ekranlara çıkartılarak çocuk yaşta hayatının mahvedilmemesi gerektiğini farkettim...

O günden sonra bir daha “Kendim bile o yıllarda Ayşe Nazlı’yla mümkün olduğunca resim vermemeye” gayret ettim...

Annesiyle çıkar Ayşe Nazlı’nın resimleri genelde...
Ben çokça rica ederim gazeteci arkadaşlardan, “resim almamaları için...”

Hayatı kendim için, manevi kızım için, sonra doğan biyolojik çocuklarım için, sevgilerim ve aşklarım için, arkadaşlarım ve dostlarım için, kısaca kendi sevdiğim kendi değerlerim ve hobilerim için yaşamaya karar verdiğimde, “Bu kadar yılı nasıl ‘başarı’ denilen sanal bir afyonun peşinde geçirmişim” diye hayıflanmıştım...

***


Başarılı olmak kötü değildi elbet, ama başarıya endeksli, kendine yabancılaşan bir yaşam tarzı, insanı, hücrelerini, ruhunu ve beynini yok ediyordu...

Başarıya endeksli bir hayat “lise yıllarım gibiydi, tıpkı okulu andırıyordu...”

Orada da derslerden iyi notlar almak, iftihara geçmek, bitmek tükenmek bilmeyen sınavlarda ‘acaba çakacak mıyım’ diye korkarak, kendini gererek, stres yapmak olağandı...
Hep gergin, hep korku, hep stres, hep ‘ya başarısız olursam’ paranoyası içinde geçmeye başlamıştı 14 yaşından sonraki yıllarım...

Önce okulda, sonra iş hayatında...

Zevklerime ve hobilerime yabancılaşmış, en keyif aldığım şeyleri çoktan bilincimden silmiştim...

Unutup gitmiştim...

43 yaşında onları teker teker yeniden hatırladım...

Neredeyse üstünden geçmesine rağmen, onlardan hala ne kadar çocuksu bir keyif aldığımı anımsadım...

Maçları seyretmekten, onlar üzerine geyik yapmaktan, sinemaya gitmekten, kitap okumaktan, edebiyattan, tiyatrodan, yazıdan, siyasetten, kadından, aşktan, danstan, dünyanın dört bir yanına uçmaktan, Beatles’tan, Cat Stevens’tan hepsinden 14 yaşımdaki gibi zevk aldığımı farkettim...

***


Onlar benim ilk gençlik hobilerimdi...

Onlar bendim...

“Ben” olan onlardı, sonrakiler “yabancı...”
O zaman yeniden “ilk gençlik yıllarımdaki gibi” aşık olmaya, 14 yaşımdaki gibi hayal kırıklığına uğramaya, yine aşkın sonsuz zikzakları içinde dansetmeye başladım...

14 yaşında zevk aldığım bütün şeyleri “işim” yaptım...
Sinemaya gidiyorum yazıyorum, maça gidiyorum yorumluyorum, televizyonda spor programı yapıyorum, aşkı ve kadınları okuyorum, yazıyorum, yaşıyorum...

Aşkın zirvelerini, hayal kırıklıklarının diplerini görüyorum, onları yazıyorum...

14 yaşında en sevdiğim ders edebiyattı...

Yine en çok edebiyatı seviyorum...

Yine romanları, edebiyatçıları, hayatlarını ve aşklarını seviyorum...

14 yaşındaki hobilerimi işim yaptım...

Artık kendime yabancılaşmış zevkler yaratmıyorum...

Kendimim ve kendi zevklerimle mutluyum...

***


Çocuklarıma, annemin bana gösterdiğinin tam zıttını anlatmayı düşünüyorum...

“Hayatı bir sınav haline getirmeyin” diyeceğim onlara...
Çünkü hayat bir sınav değil...

Hayat çocukluk rüyalarınızın gerçekleşmesidir... İlk gençlik hobilerinizin yaşanması ve hayallerinizin realize edilmesidir...

Sınavları değil, hobileri yaşayın...

Bunları düşünürken İngiliz hostes anons için mikrofonu aldı...

Keyfi yerindeydi ve şiirsel bir anons yapmaya başladı:
“İstanbul’a inmek üzereyiz... Eğer İstanbul’a iş için geliyorsanız, çok başarılı bir iş görüşmesi yapmanızı diliyoruz...

Eğer dostlarınızı sevdiklerinizi ziyaret ediyorsanız, mükemmel bir zaman geçirmenizi temenni ediyoruz...

Yok eğer tatile geldiyseniz İstanbul’a, mucizevi bir tatil yaşayın istiyoruz...”

***


Financial Times’ı katladım...

Koltuğun yanına koydum...

Boğaz’ı özlemiştim, çocuklarımı, sinemalarımı, futbolumu, Beşiktaş’ımı...

Dünyanın dört bir yanından yeni şeyler görmüş, tatmış şimdi şehrime dönüyordum...

Sevdiklerime ve sevdiğim şeylerle dolu hayatıma...

Mucizenin adı, 14 yaşındaki hobilerimdi...

DİĞER YENİ YAZILAR