Asıl tehlikenin farkında mıyız?

Önceki gün Afrin’de kaybettiğimiz kahraman askerlerimiz/şehitlerimiz, içinden geçmekte olduğumuz sürecin tehdit boyutlarını bir kez daha hatırlamamızı sağladı. Yerleşim merkezlerinde ilerlemekte olduğumuz çatışma alanı, bir terörist grubun ortadan kaldırılmasının çok ötesinde, coğrafyamızı tanzim etmek isteyen terör destekçilerinin direnç eşiği olarak kendisini gösteriyor.

Bakınız... Türkiye ile ortak komisyon kararına rağmen daha geçen gün ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Joseph Votel “YPG’ye ihtiyaçları olduğunu, destek vereceklerini” ifade ediyor. Menbiç konusunda muhatap aldığımız ABD’nin özellikle Fırat’ın doğusunda terörist tahkimatını sürdüreceği anlaşılıyor.

Ancak tüm bunlar olurken Türkiye’deki bir başka tehlikeye dikkat çekmek gerekiyor. Öyle ki bu tehlike birbiriyle bağlantılı 3 alt unsurdan meydana geliyor.

(1) Milli bütünleşme sorunu,

Türkiye bugün sadece terörle mücadele etmiyor yapılan hata ve yanlışlıkların etkisiyle aynı zamanda iç bütünlüğünü de sağlamaya çalışıyor. Burada elbette tek tip bir ideolojiden veya tek seslilikten bahsetmiyoruz. Çoğulculuğun hakim olduğu bir sistemde temel ve milli meselelerde ortak sesi çıkarabilmenin öneminden söz ediyoruz. Milli mücadelenin başarısında liderlik faktörü kadar değerli olan şey, karşı duruşun toplumun milli direnç merkezlerinden yükselmiş olmasıdır. Bu yönüyle bütünleşmenin milli olması milli bir şuur, milli bir ahlak ve milli bir bakış açısını gerekli kılar. İktidarından muhalefetine kadar Türkiye’nin geleceği için kafa yoran kurumların bu kapsam içerisinde siyasal bir duruş ortaya koymaları beklenmelidir. Örneğin terörle arasında mesafe koyamamış HDP çizgisinin bu ülkenin milli bir kurumu olduğundan söz etmek mümkün değildir.

Haberin Devamı

(2) Ortak amaç ve ortak yaşama iradesinden uzaklaşma,

Devleti oluşturan parçalar ve kurumlar olağanüstü dönemlerde olağandışı bir çalışma görünümündedir. Böyle olduğunda alışılagelmiş kurallar ya da işleyişin dışına çıkılması toplumu sorgulamaya ve kendi içinde ayrışmaya sevk eder. İşte bu durum milletleşme seviyesinde gerilemelere neden olur ve birlikteliğin asgari alanı giderek daralır. Haliyle dış etkilere açık hale gelir. Rahmetli Kamran İnan Türklerin devletleşme serüveni hakkında şöyle diyordu: Tarihimizde Türklerin en büyük düşmanı yine Türkler olmuştur.” Öyle ki 8.Yüzyılda Orhun Abidelerinde Türklerin zaaflarının Çinliler tarafından nasıl kullanıldığından bahseder. Bugün Türkiye’de olağanüstülüğün getirdiği olağan dışılık kadar etkili olan ayrışma, güven temelinde yaşanmaktadır. Bir tür güven bunalımı...

Haberin Devamı

(3) Karşı propaganda mücadelesinin gerektiği ölçüde yapılamaması,

Alman komutan Ludendorff “topyekün savaş stratejisi” bağlamında toplumların sadece cephede değil cephe gerisinde düşmana güç veren dirence karşı da mücadele edilmesi gerektiğinden söz eder. Bu noktada mücadele ettiğimiz terör ve onun destekçilerine karşı bir propaganda geliştirmemiz gerektiği çok açıktır. Çünkü propaganda kesin kanaatleri olmayan bireyler ve hatta kitleler için ciddi bir etki gücüne sahiptir. Mao, “Propagandanın kansız bir savaş, savaşında da kanlı bir propaganda” olduğunu söyler. Bunu bilenler hedef aldıkları kitlelerin zaaflarından azami düzeyde fayda sağlamaya çalışırlar. Özellikle siyah ve gri propaganda yöntemiyle kaynağı belirsiz bilgilerin, hilelerin, yalan ve gerçeğin iç içe sunulduğu haberlerin servis edildiği süreçler yaşanır.

Haberin Devamı

İşte tüm bunları her birimize verilmiş bir mesaj, yüklenmiş birer sorumluluk olarak değerlendirelim. Özellikle TV’lerde konuşanlar, sosyal medyada klavye oynatanların yukarıda bahsettiğimiz tehlikeyi unutmadan hareket etmesi şarttır.

DİĞER YENİ YAZILAR