Afrin’de milli mutabakat ve zor sorular....

ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde 30 bin kişiyi silahlandırarak eğitim vereceğinin belli olmasının ardından Türkiye’nin Afrin konusundaki söylemleri daha da sertleşti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan dün grup toplantısında Afrin ve hatta Münbiç’e bir operasyon yapılacağını açıkladı. Gün boyunca sınıra askeri sevkiyat devam etti. Bu gelişmeler ülkemizin her an savaşa hazır olduğunu gösteriyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Afrin’e girmek helal-i hakkımızdır” sözleri ise hükümetin hareket alanını güçlendiriyor. Zira böyle bir süreçte sınır ötesindeki askeri başarı kadar önemlisi, içeride de yüksek bir mutabakat ve motivasyon sağlanması. Hükümet açısından MHP’nin bu duruşu ittifak etkileşiminden daha da önemli. Doğrusu ülke bir savaş haline girerse bölücü siyasi partiler dışında tüm kesimlerin benzer bir hassasiyet içerisinde olacağına şüphem yok.

Ancak herşeye rağmen tüm ihtimaller, fırsat ve tehditler bir arada irdelenmeli. Siyasi kararlar başta Milli Güvenlik Kurulu olmak üzere, her kesimden yetkin kişilerin görüşleriyle nihai noktaya taşınmalıdır. Burada şu 2 ilke geçerli olmalıdır. (1)Siyaset üstü bir milli mesele olarak herkesin yapıcı görüşler ortaya koyması beklenmeli, (2)Muhtemel tehlikelere dikkat çekenler ya da yapılan hataları seslendirenler susturulmamalıdır. Ortak akıl veya milli mutabakat için yol alacaksak ki almalıyız bunun yolu duygu ve düşünce dünyasına katılımı artırmaktan geçer.

Haberin Devamı

Açıkçası bu kez son derece donatılmış, “Kobani”, “Rojava” adında öykülerle Türkiye içerisine eklemlenmiş ve Irak’ta provası yapılmış sistemli bir saldırı ile karşı karşıyayız.

Daha dün Demokratik Suriye Güçleri (DSG) yani YPG terör örgütünün sözcüsü “ABD bu 30 bin kişiyi sadece silahlandırıp eğitecek. Bunlar Kuzey Suriye Federasyonunu koruyacaklar” diyerek asıl hedeflerine çok yakın olduklarını göstermiş oldu. Biz bunların amaçlarının ne olduğunu yıllardır söyleyip durduk. Maalesef o günlerde yaklaşan tehlikeyi seslendirenler linç edilmek istendi. O gün ekran köşelerinde “Rojava”, “Kobani” diyerek söze başlayanların kimler olduğunu sizler daha iyi biliyorsunuz. Doğrusu bu yönelimin bir benzerini Irak’ta, Barzani’nin gayrimeşru referandumunda da görmüştük. Saddam’ın Kuveyt’i işgalin in ardından onu oraya gönderenlerce nasıl yok edildiği unut ulmasın. Suriye’deki terör maşalarının sonunun da böyle olmayacağının bir garantisi yok.

Haberin Devamı

Bu noktada Washington Post yazarlarından David Ignatius’un 2016 yılındaki bir makalesini hatırladım. Ignatius kendi ülkesinin Ortadoğu’daki tarzıyla ilgili “baştan çıkar ve terk et” yakıştırmasını yapıyordu. Gerekçesi ise bugünlerde “beka sorunu” olarak gördüğümüz YPG’nin geleceğiydi. ABD bölgede kullandığı maşaları gerektiği gibi tutmuyor ve işine gelmediğinde bir çırpıda silip atıyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi 20 Ekim 2016’da Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde belli noktaları Afrin’e uzanan bir terör koridoru oluşmasın diye bombalıyordu. Kimi uzmanlar “YPG’ya sahip çıkmazsak Rusya’ya yakınlaşabilir” şeklinde değerlendirmeler yapıyordu.

Aradan geçen 2 yıllık sürede bu diyalekte köklü değişiklikler olmadığı görülüyor.

Haberin Devamı

ABD bölgedeki çıkarları için PYD-YPG’yi kullanıyor. Türkiye kendi sınırındaki bu konumlanmayı bir tehdit olarak görüyor. Rusya ise kontrollü biçimde ABD-PYD ilişkisini Türkiye değişkeniyle irdeliyor.

Şimdi bu aşamada 3 önemli soruya cevap aramalıyız?

-Hiç şüphesiz Türkiye bu operasyonla karşısındaki terör gruplarını belirl i bir sürede oradan kazıyacaktır. Peki sonra ne olacak? Burada ne kadar süre ve hangi gerekçelerle kalmaya devam edeceğiz? Suriye’nin toprak bütünlüğü yaklaşımı sürece nasıl etki edecek?

-Türkiye Afrin’e girecek olursa yerel unsurlar dışında Rusya-Esat bloğundan bir hava desteği sağlanacak mı? Rusya bu operasyona sıcak bakmazken Astana sürecinin akıbeti nereye doğru evrilebilir?

-ABD özellikle YPG’ye bu küstah açıklamaları yaptırarak Türkiye’yi Afrin’e çekmek ve ülkenin Kuzey/Doğu kısmında asıl askeri-siyasi süreci mi inşa etmek istiyor?

DİĞER YENİ YAZILAR