Nereye gittiğimizin farkında mıyız?

Son KHK tartışması bir kez daha gösterdi ki bu ülkenin insanları her geçen gün daha fazla kutuplaşıyor. Kutuplaşma denildiğinde aile, kadın, sosyal devlet, demokrasi gibi toplum geneline hitap eden değerler ve bu değerler bağlamındaki ayrışmayı irdelemek gerekiyor. Türkiye’de derinleşen problem, söz konusu değerlerden çok onların siyasal, ekonomik ve sosyal sistemde nasıl kullanıldığı ile ilgili.

Zira siyaset uğraşı çatışma ve uzlaşma güzergahları ile toplumun farklı kesimleri arasında bu değerlerin paylaşımını esas alan bir yol haritası.

Çok açık ki son 15 yıldaki siyasal süreçler, ve değişen kimlik algısı ülke insanını iki önemli hazneye sıkıştırıyor. Bunlardan birisi her şeyi kazandığına diğeri ise her şeyi kaybederek yaşadığına inanıyor. Üstelik kazananlar bir kez daha kazanmaya, kaybedenler de yine kaybetmeye yakın olduğunu düşünüyor.

Elbette siyasal sistem ve onun yarattığı rekabet alanı kaybedenlerin de varlığını gerektiriyor. Ancak burada şekillenen sorun nerdeyse ikiye bölünmüş toplumun amaç ortaklığını kaybediyor olması. Gelinen aşamada kamuoyu araştırmaları da gösteriyor ki toplumu ya da en azından nitelikli çoğunluğu ortaklaştırabilecek bir siyasal aktör gözükmüyor.

Haberin Devamı

İşte bu yönelimin altında güven krizi yatıyor. Güven krizi toplumsal kutuplaşmanın hem kaynağı hem de artırıcı yönü. Birbirlerine güvenmeyen siyasal aktörler, onların takipçileri ve geniş halk kitleleri meydana gelen kutuplaşmada yerini alıyor ve karşılıklı inanışın bir ölçüsü olan güven unsuru etkinliğini kaybediyor.

2009 yılından bu yana farklı kurum ve kuruluşlarca gerçekleştirilen saha araştırmaları Türkiye’de ortalama %10’luk bir nüfusun başka bir kişiye güven duyabildiğini ortaya koyuyor.

Yine başka bir araştırmaya göre Türkiye’de kültürel sistem ortaklaşa davranışçı ve belirsizlikten kaçma düzeyi yüksek bir toplumu işaret ediyor. Yani yardımlaşmayı üst seviyede tutan, belirsizliği sevmeyen ve güvenli bir hayat isteyen insanlardan meydana geliyor.

Peki bu paradoks neden yaşanıyor?

İster etik sayılmayan isterse etik ama yanlış olan karar ve davranışlardan kaynaklansın güven eksikliği mutlaka sürtüşme ve çatışma alanı meydana getiriyor. Güven düzeyi düştükçe gizli gündemler artıyor, bir tarafın kazanan diğer tarafın kaybeden olduğu bir toplum oluşuyor. Çünkü güven öyle bir güce sahip ki bir ülke sisteminin tüm alt sistemlerini, ekonomi alt sistemini, siyaset alt sistemini, sosyal alt sistemini besleyen yeraltı kaynağı...

Haberin Devamı

Eğer o kaynak kurursa siyasetçiler uzlaşmayı rafa kaldırıyor, vatandaşlar birbirlerine tahammülsüz hale geliyor ve işadamları geleceğe umutsuz bakıyor. Zaten bu üç netice bir ülkenin performans kriterlerine belirliyor. Kurumlar ya da vatandaşlar arasında güven olmadığı taktirde bunun bir maliyeti oluyor.

Bunu ortadan kaldıracak ya da belli bir seviyeye taşıyacak olanlar siyasal sistemin unsurları.

Sadece siyasal partiler mi?

Hayır...

Siyasal iktidarla ilişkili, ona yön verebilen sivil toplum ağları, kamuoyu oluşturan medya unsurları…Hatta Yerköy’de bir kahvede iktidarı eleştiren kanaat önderi bile bundan sorumlu...

Haberin Devamı

İşte yeni yılda en büyük dileğim ülkem için herkesin bu sorumluluğu yerine getirmesi...

DİĞER YENİ YAZILAR