İslam İşbirliği zirvesinin önemi ve Türkiye’yi bekleyenler...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı ile 13 Aralık’ta toplanacak olan 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Birleşmiş Milletlerden sonra en büyük hükümetler arası kuruluş. Teşkilatın bu ayırt edici özelliği “Müslümanların kolektif sesi” olarak tanımlanıyor. Örgütün ortaya çıkışı da Çarşamba günü irdelenecek olan Kudüs meselesiyle ilgili.

İsrail’in 1967’de Araplarla savaşının ardından Kudüs’ü işgal etmesi ve yaklaşık iki yıl sonra Mescidi Aksa’nın Avusturalyalı M.Dennis Rohan tarafından yakılması Siyonist saldırılar açısından bir dönüm noktasıydı. Bu gelişmeler üzerine 25 Eylül 1969’da Fas’ın Rabat kentinde İİT kuruldu. Siyonistler Mescidi Aksa’nın olduğu yerde Yahudi mabedlerinin bulunduğuna ve ortadan kaldırılmasının Mesih’in gelişini hızlandıracağına inanıyorlar. Saldırıda Selahattin Eyyubi’nin fetih nişanesi olarak 1787’de Kudüs’e getirttiği ahşap minber de zarar görmüştü. Türkmen atabeyi Nureddin Zengi’nin talimatıyla yapılan ve 762 yıl burada kalan minber Türk varlığının açık bir göstergesiydi.

Haberin Devamı

Bu yıl bir önceki yıla göre Mescidi Aksa’ya baskın düzenleyen fanatiklerin sayısında %15’lik bir artış söz konusu.

İİT’nin etki gücü

İİT bu önemine karşın uluslararası sistemde etkili bir aktör olmaya başaramadı. Üye ülkelerin başta Suriye, Irak ve Katar olmak üzere bölgenin güvenliğini ilgilendiren pek çok konudaki tavırları son derece manidar, hatta kimi zaman düşmanca... Bunda göstermelik birlikteliklerinin yanı sıra gelişmişlik seviyelerinin de etkisi var. Bakıldığında İİT’nin 57 Müslüman üyesi küresel araştırma harcamalarının sadece %2,5’i, patentlerin %1,6’sı ve bilimsel yayınların %6’sına sahip. Toplam GSYİH’nın ise 0,5’nden daha azını Ar-Ge faaliyetlerine ayırıyorlar. Bu ülkelerde 1 milyon kişiye düşen araştırmacı sayısı 600. Oysa bu sayı İsrail’de 9000. İsrail dünyada patent üretimi bakımından 3.sırada ve Ar-Ge harcamalarının GSYİH’na oranı %4,3 düzeyinde.

Kurumsal kırmızı çizgi

İİT’nin 2016-2025 yıllarını içeren programında 107 hedef ve 18 öncelikli alan bulunuyor. Bunlardan birisi de Filistin ve Kudüs. Kudüs için 1967 öncesi sınırların esas alınması gerektiği vurgusu var . Yani Yahudilerin Batı Şeria, Doğu Kudüs’ten çıkarılması ve Suriye sınırındaki Golan tepelerinin Suriye’ye ya da Filistin’e iadesi. Arap ülkeleri 2002 yılında yaptıkları açıklamada bunun gerçekleşmesi durumunda İsrail’i tanıyabileceklerini söylemişlerdi. İsrail, BM kararlarına rağmen bu toprakları elinde tutuyor.

Haberin Devamı

Toplantının 3 sembolik önemi bulunuyor. (1) Birleşik Krallık, 2 Kasım 1917’deki Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de İsrail devletinin oluşturulmasını öngören projeye açıktan desteğini ilan etmişti. Hatta bunun üzerine Netanyahu, Birleşik Krallık Başbakanı May’in davetlisi olarak Balfour Deklarasyonu’nun 100. yıl dönümü kapsamında Londra’ya gitmişti. İşte Trump’un tanıma kararı Filistin ve Kudüs’ün işgalinin yıldönümüne denk geliyor. (2) Zirveye dönem başkanı olarak Türkiye’nin ev sahipliği yapacak olması. 1918’e kadar 400 yıl Osmanlının hakim olduğu Kudüs’ün İstanbul’da görüşülmesi bir başka anlam taşıyor. (3) Zirveye hangi ülkelerin hangi düzeyde katılacağı ise 1.5 milyarlık İslam Dünyasındaki “çürük elmaları” daha net ortaya çıkaracak.

Haberin Devamı

Ülkeler arası bölünmüşlük ve husumetin dışında Dönem Başkanı Türkiye’yi zorlayacak şeylerden birisi Mavi Marmara saldırısı sonrası 28 Haziran 2016’da İsrail ile imzalanan usul anlaşması olabilir. Zira burada “Telaviv” yerine “Kudüs”ün kayda geçirilmiş olması teknik açıdan büyük bir hatadır. Tanıma kararına karşı sert duruş göstermek isteyen Türkiye’nin önüne konulabilir.

DİĞER YENİ YAZILAR