'Herkesin yarım kalmış hikayesi var'

Adana Altın Koza Film Festivali’nden ödülle dönen Deniz Seviyesi filminin başrol oyuncuları Damla Sönmez ve Ahmet Rıfat Şungar’la buluştuk.

Fotoğraflar: Barış ACARLI

DENİZ Seviyesi’nin hikayesini dinleyelim?

Damla: Ben filmde 6 yıl önce ABD’ye okumaya gitmiş ve bir Amerikalı ile evlenmiş Damla’yı oynuyorum. Anne olmak üzereyken depresyona giriyorum. Ailemin Ayvalık’taki evi satılmak üzere. Aslında Ayvalık’ta kapanmamış bir yara ile karşılaşıyorum.

Nasıl bir hazırlık süreci oldu?

Damla: 1.5 yıllık bir hazırlık süreci oldu. Yönetmenler önce Rıfat’la bağlantı kuruyorlar sonra beni buluyorlar. Kafalarında bir hayal vardı ama açık kapıları da vardı.

Sen kendinden neler taşıdın karaktere? Karakterin de ismi Damla mesela.

Damla: İsmi Damla’ydı zaten, tesadüfü ile geldi. Sete girmeden önce çok prova yapıp, arka hikayeler oluşturduk... Gençlikleri, ayrıldıkları gün gibi filmde olmayan bir çok sahneyi prova olarak çektik.

Hiç konuşmadan aranızdaki çok güçlü tutkuyu yansıtmayı nasıl başardınız?

Damla: Ön çalışmalar seyircinin duymadığı ama hissettiği bağları oluşturuyor karakterlerin arasında.



Ahmet Rıfat: Damlanın dediği gibi... zaman ayırdık ve bu zaman zarfında konservatuarın ilk yıllarında yaptığımız egzersizlere kadar döndük. Ve bu sekilde hikayede olmayan, seyircinin izlemediği fakat tüm hikayeyi oluşturan alt metin çalışmalarının üzerine kafa yorduk.

Platonik aşklarla bağ kurabildim

‘Severken ayrılmak’ duygusu çok güçlü. Bu uzaktan sevmek tanıdık mı size?

Ahmet: Ben çok uzun yıllar, ortaokul, lisedeyken çok fazla platonik aşklar yaşadım. Haber vermeden, kimseye dokunmadan uzaktan sevdim, oradan bağlantı kurabildim. Sonuçta her insanın içi gayya kuyusu, bazen bir elini atıyorsun oraya ve uzanıyorsun, neler çıkıyor...

Neden platonik, içine kapanık bir çocuk muydun?

Ahmet: Seviyordum öyle sevmeyi heralde. Bir de cok çekingen bir çocuktum. Bu beni tatmin ediyordu herhalde. Bazen bir kitap okuyup oradaki karakterle de aşk yaşayabiliyor insan. Karşı tarafın haberi olmadan, haftada bir kere bile görmeden.



Herkesin tamamlanmamış bir hikayesi bu...

Yarım kalmış aşk hikayesi nerelerden beslendi?

Damla: İlla bir gönül meselesi ile ilgili olması gerekmiyor. Herkesin olabilir tamamlanmamış bir hikayesi. Kağıt kesiği gibi. Kimi ne kadar acıttığını bilemezsiniz. Aileyle ilgili, bir mekanla ilgili, dostluklarla ilgili...

Ahmet: Oyunculuk o açıdan çok güzel meslek. Bu durumların hepsine ve bir çok olasılığa çalışıp hazır olup, ardından hiç bilmediğiniz bir karaktere can vermeye çalışıyorsunuz. Oraya hazırlıklı çıkmak çok önemli. Ön çalışmasına zaman ayıramadığımız işler olabiliyor, partnerlerinle sette karşılaşabiliyorsun ve o kısa sürede bağ kurmaya çalışıyorsun, sinemada bu durum çok yaşanmasa da televizyonda ön çalışma yapmak her zaman mümkün olmuyor.

Sen filmdeki Damla olsaydın ne yapardın?

Damla: İnsanın gerçekten başına gelmedikçe çok da dışarıdan “ben şöyle yapardım” diyebileceği bir durum değil.

Sen bir yerlere gitmek yerine erken yaşta çalışma hayatına atıldın sanırım.

Damla: Ben çalışmayı fazla seviyorum. Okul zamanı tiyatroda asistanlık yapıyordum, bir yandan dizide oynuyordum. Her seferinde bu kadar hayatımı doldurmayacağım desem de yine işler alıyordum. Ben çok seviyorum mesleğimi. ‘Lütfen oyun oynayalım’ modundayım hep.

Kaç yaşında başladın?

Damla: Üniversiteye gideceğim sene ‘Pertev beyin üç kızı’ diye TRT’ye dizi çekmiştik. Ben sürekli tiyatrocu olucam diyordum. Annem beni çok fazla çocuk oyununa götürürdü bir de, o arada karar verdim herhalde. İlk izlediğim oyun Küçük Kara Balık’tı.

Kağıt kesiği acısı var

Yine de yurtdışına gidip, kendini geliştirmek hiç istemedin mi?

Damla: Üniversitenin ilk senesini Fransa’da okudum. İnsanla ilgili bir iş yapıyoruz, o baktığımız pencereyi hep genişletmek zorundayız. Empati kurmayı öğrenmek zorundayız. İnsan hakkında her şeyi merak ediyorum. Annemlerin bir altın bileziğin olsun dediği noktada, aklımın tek kaydığım yer psikolojiydi çünkü insanların hayatınd o kadar çok hikaye var ki ve bu hiç bitmiyor. Kaldı ki psikolojiyi de yine oyunculuğu desteklesin diye istedim.

Genelde ağır, ‘kadın kadın’ rollerdesin. Güllerin Savaşı’nda ise tam tersi, fazla çocuksu.

Damla: Bornova Bornova’da mesela o sosyal çevrenin içinde kendini büyütmek zorunda kalmış bir kadın, Damla da ise büyük kadın maskesiyle dolaşan bir kız var. Gülru ise bambaşka, onun da büyütemediği bir yer var. Gülfem’e hayranlığı tehlikeli bir boyuta evriliyor.

Diziyle ilgili nasıl tepkiler alıyorsun?

Çok güzel tepkiler. Her yaştan, her kesimden insanlar çok güzel yorumlar yapıyorlar.

Ahmet, Sen yazan da birisisin?

Ahmet: Yazmak ve yürümek elimden alınmasını istediğim en son şeyler. İlkokuldan beri yazıyorum. Yazmak sakinleşmemi ve huzurlu olmamı sağlıyor.



Karıncayla konuşan naif bir adamım
Senle ilgili ‘yakında olup da uzakta duranların tekinsizliği’ yazılmış Ekşi Sözlük’te.

Ahmet: Geçen gün bir arkadaşım ‘çok özlemiştim o nereye baktığını anlamadığım bakışını’ dedi. Ben hala ağaca dokunup, karıncayla konuştuğunu sanan bir insanım. Bu masanın bir yaşanmışlığı, bir insana dokunmuşluğu, hikayenin parçası olduğu yer var. Ne hiç bir şeyi çok değerli ne de değersiz sanarak büyüdüm.

Şehir hayatının içinde bu hislere yer ayırabiliyor musun?

Ahmet: Metropol hayatı insanı doldurup taşırabiliyor. Birbirimize bakmadan, selam vermeden yaşadığımız yerde olmak istemiyorum. Nerede olduğunu tekrar anla. Toprağa basarak ya da insanların gözünün içine bakıp tebessüm ederek...

DİĞER YENİ YAZILAR