Gazete Vatan Logo

Dağa çıkan Haco sürüldü torunu Ciwan alkışlarla döndü

Haco'nun ailesi Suriye'ye sürülmüş ve bir daha Türkiye'ye dönmelerine izin verilmemişti. Ama şimdi müziğiyle kültürleri ve gelenekleri birbirine yaklaştıran torun Ciwan Haco, dede toprağında bir yıldız muamelesi görüyor

■ Annenizin Siirt, babanızın Mardin doğumlu olduğunu biliyorum ama aslen nerelisiniz? Şeyh Sait ayaklanmasına kadar Türkiye'deydi aileniz. Tam olarak nerede yaşıyorlardı o sırada?
1925 öncesi benim ailem Mardin'de yaşıyordu. Midyat ilçesinin bir köyünde, Mizah köyünde. Annem ve babam bu coğrafyanın insanları, Türkiye'de doğdular. Haco yani dedem bu ailenin reisidir ve bu topraklardan ayrılmak istememiştir aslında.

■ Dedenizi hatırlıyor musunuz?
Hayır, ben doğmadan ölmüştü ama ailenin büyükleri, amcamlar çokça bahsederlerdi ondan.

■ Dedenizin ayaklanma sonrası dağa çıktığı ve eşkiyalık yaptığı doğru mu yoksa bunlar efsane olarak mı anlatılıyor?
1925 sonrası sürgün edildi benim ailem ve Suriye'ye geldi. Haco'nun dağa çıktığı doğrudur, bir efsane değildir. Buna da "Haco çıkartması" diyorlar. Çünkü başka çaresi yoktu. Topraklarından ayrılmak istememiştir ama sonunda direnememiş ve göç etmişlerdir. Ayaklanma sırasında Haco'ya verilen sözler tutulmamıştır, o yüzden Haco dağa çıkmıştır aslında. 6 ay dağda kalmıştır ve ondan sonra Suriye'ye geçmiştir. Ailenin yaşlıları anlatıyorlardı, Suriye'ye göç ettikten 12 yıl sonra bile kendilerine bir ev inşa etmemişler, çünkü bir gün kendi topraklarına döneceklerine çok inanıyorlarmış. Akıllarında hep dönmek varmış. O günlerde bizim gibi sürgün edilen birçok aşiretin geri dönüş izni onaylanmış ama Haco'ya geri dönüş izni çıkmamış. Haco'ya af çıkmamış yani. Haco da Fransızlar'a başvurmuş. Onlar da bizim aileye toprak vermişler. O sayede iyice yerleşilmiş oraya.

■ Neden sadece Haco ailesi affedilmedi sizce?
Çocukken ben de bunu soruyordum "Niye Türkiye'ye gidemiyoruz?" diye. Bunun cevabını kendime göre vereceğim. Benim bulduğum cevap: Haco Türkiye'yi terkettikten sonra Fransızlarla olumlu bir ilişki kurduğu için, onlarla anlaştığı, orada iyi bir yaşam kurabildiği için kızdılar. Bir tek Fransızlarla değil Avrupa'dan başka kişilerle de iyi ilişkiler kurdu. Bu ilişkiler Haco için çıkarılacak olan affın hiç çıkmamasına neden oldu.

■ Peki, siz Suriye'de doğdunuz. Aslında büyüdüğünüz yeri toprağınız olarak kabul edersek çok da fazla sizi hırpalayacak duygularla karşılaşmamışsınızdır. Ama olanlar size nasıl anlatıldı?
Kürt sorunuyla ilgili orada olduğumuzu, o günün realitesiyle ilgili bir durum olduğunu anlatmışlardı bana. Amcam, babamdan daha çok çekilen sıkıntıları bilen biriydi. Şunu çok iyi hatırlıyorum çocukken: Suriye sınırı Nusaybin'e yakın Bagog Dağı'nın dibinden başlar; amcam o koca dağa bakıp "Keşke şu dağın arkasında olsak" derdi hep. Çünkü köyleri hemen o dağın arkasındaymış. Ben tabii ki çocuktum ama evin içinde hep sürgün olduğumuzu hissettiren birşeyler vardı. Hep geri dönmek istediler, hep.

Anadilimde müzik yapamamak canımı acıtır
■ Bunları ilk anlamaya başladığınızda, sürgün edildiğinizi öğrendiğinizde ne hissettiniz? Öfke mi?
Ben gerçeği olduğu gibi kabullendim. Ama merak ediyordum, ailemin bu kadar özlem duyduğu bir ülkeye neden giremediğimizi, anadilimle neden müzik yapamadığımı... Tabii ki bunlar içimi acıtıyordu. Ama çocukken, Suriye'de arkadaşlarım, evim olduğu için tam da anlamamış olabilirim yaşananları. Çünkü hayatım herkesinki gibi gelişiyordu, ailemin geri dönme ihtiyacını ben tabii ki hissetmedim. Ama ailemin Türkiye'ye geri dönebilmek için duyduğu özlemi hep hissettim. Hep Türkiye'yi merak ettim. Çünkü evde tüm sohbetler Türkiye ile ilgiliydi ve ben bu konuşulanlara şahitlik ediyordum, etkileniyordum ama ne de olsa çocuktum. "Ah, keşke Türkiye'de olsam" diye düşünmüyordum.

■ 19 yıl önce Suriye'den çıkıp önce Almanya'ya gittiniz ve orada müzik okudunuz. Okul yıllarında hayatınız nasıldı?
18 yaşından itibaren Avrupa'da tek başıma yaşadım. Çok iyiydi o yıllar. Barlarda, diskolarda, kızlarla çok eğlendim. Üniversite hayatım çok iyi geçti. Çok keyifli, rahat bir hayatım vardı. Üniversitede kampüste yaşıyordum ve dürüst olmak gerekirse arkadaşlarımla çok eğleniyordum. Geçmişte öyle bir adamdım ki ben, tüm o eğlencenin içinde bile birden yalnız kalmak isterdim ve kapımı kapatır kendimi içeri hapsederdim. Kendimle kalmak isterdim. Şimdi daha huzurlu ve normalim. Gençliğimde aşklar da yaşadım ama artık geçmişte kaldı o hayat, çünkü şimdi evlendim. İki de kız çocuğum var. Biri dört, biri iki yaşında. Benim için aşkta gözler çok önemli. Aslında hayatın içinde de öyle, gözler çok önemli.

■ Peki, Türkiye'ye ilk defa Batman'da konser vermek için geldiniz. Haco ailesinin yasağı o güne kadar sürdü mü yoksa siz yasak kalktığı halde Türkiye'ye dönmediniz mi?
Bugüne kadar gelemeyişimin nedeni Kürtçe üzerindeki yasaklardı. Ben gelebilirdim ama müzik yapamazdım. O yüzden benim için çekici değildi gelmek. Ama konser vermek, Kürtçe şarkı söyleyebilmek çok başka bir şey. Bunun yolu politik olarak açılınca tabii ki hemen geldim. Bir de, insan anne babasının doğduğu toprakları gerçekten çok merak ediyor. Kasetlerim burada çıkmaya başlayınca da bana karşı bir ilgi oluştu. Bu da buraya gelmemde çok etkili oldu tabii. Beni bu ülkede dinleyen insanların olması çok mutlu etti. Batman'da bunların kanıtını da gördüm. Gördüğüm kadarıyla, Türkiye bana açılmış bir ülke.

Kürrtlerle birlikte Haco da değişiyor
■ Bir gün Türkiye'de, üstelik televizyonda Kürtçe şarkılar söyleyebileceğinizi düşünebiliyor muydunuz?
Tabii ki. Bir gün bu olacaktı. Oldu da. Bunu çok önceden planlamıştım. Plak şirketleriyle ilişkiler kurulmuştu. Açık konuşmak gerekirse benim müzikal hayatım aslında İstanbul'da başladı. Kasetlerim ilk burada çıktı. Batman'a gelip o insanları gördükten, gazeteleri okuduktan sonra çok güzel, tuhaf bir şey hissettim. Ama aslında Kürt olan herkes için çok önemli bir olaydı bu. Değişik yerlerde yaşayan Kürtler de Batman'daki bu konseri takip ettiler, ne olacak diye ilgilendiler.

■ Ama yaptığınız müziği önceleri Kürtler bile çok benimsememişti değil mi?
Hayır başlangıçta çok tepki duydular. Çok sert eleştirilerle karşılaştım. Hiç kimse beni dinlemiyordu. Zaman zaman sahneye çıktığımda bas gitar, elektro gitar ve davulu gören Kürtler çıkıp gidiyorlardı konseri dinlemeden. Ancak üç beş tanesi kalıyordu. O kalan insanların yaptığım müzikten hoşlandıklarını görüyordum, gözlerini görüyordum. İşte tam da bu yüzden, yani o beş çift göz yüzünden müziğime bağlandım, geliştirdim ve karar verdim. O çekip giden insanlara boyun eğmedim "Çekin gidin, ben bu işi yapacağım" dedim. Yavaş yavaş işler ilerledi sonra. Kürtler de okumaya, ileriye adım atmaya başladılar, geliştiler, teknoloji zamanında yaşadıklarını farkettiler. Köyde yaşabilirsin ama televizyonda Madonna çıkabilir, onu seyredersin. Şimdi köydekiler de farkında artık, müzik sadece ses değildir. Ama başlangıçta çok zorluklarla karşılaştım. Çok parasızlık çektim. Çok süründüm, çok acı çektim ama müziği çok sevdiğim için asla vazgeçmedim.

Devamı

Haberin Devamı