Siz hangi raftasınız?

Birkaç kadın toplantının iş kısmını noktalamışız biraz sohbet ediyoruz. Bahsettiğim kadınların bazıları genel müdür olanlar, kimi de şirket sahibi. Ortak noktaları; eğitimli, iş hayatında başarılı ve maddi olarak güçlü oluşları. Bu arada son derece hoş sohbet, zarif ve eğlenceli insanlar olduklarını da eklemeliyim. Bildiğiniz, “dört dörtlük” tarifine uyuyorlar yani. Masada herkes sırayla eşine veya sevgilisine yaptığı sürprizleri anlatmaya başlıyor. “Biraz da size yapılan sürprizleri anlatın” diyorum. “İşte kendimize de yapmış oluyoruz” diye bir yanıt alıyorum. Bir düşünüyorum da kendi ilişkimde de sürprizleri çoğunlukla ben yaparım. Ama kendi kendime sürpriz yapmış gibi hissetmiyorum hiç, ne de olsa kendi yaptığım organizasyona şaşırmıyorum günün sonunda.

Benimle evlenin misin?

Erkekler için yapılmış yıldönümü, doğum günü sürprizleri üzerine son derece heyecan verici, şahane hikâyeler dinliyorum. Bir ara dayanamayıp “benimle evlenir misin” diyorum kadınlardan birine. Masada kahkaha kopuyor. “Kocan çok şanslı” diye de ekliyorum sonra şakamın altını çizerek. “Ama benim gibi çok çalışan kadına da kaç erkek dayanır?” diye karşılık veriyor. “Nasıl yani” diye soruyorum anlamaya çalışarak. “Erkeklerin çoğu kadınların başarısını kompleks haline getiriyor. Benim eşim çalışmamdan mutlu, ben de ona karşı eksikliğimi böyle kapamaya çalışıyorum galiba” diyerek hayat arkadaşımı sürprizlerle mutlu etme çabasını açıklamaya çalışıyor. “Fazlalığından, eksiklik duyuyorsun yani”. Bu söz ağzımdan birden çıkıyor. Düşüncelerim istemsizce sesimle buluşuyor sanki. Kısa bir sessizlik olunca açıklama yapma ihtiyacı hissediyorum: Yani aslında çok çalışmak ve başarılı olmak erkek dünyasında ‘fazla’ olmak demek. Fazla değere sahip olmak ise övünülecek bir şey. Oysa kadın için fazla akıllı, fazla başarılı, fazla kazanç sahibi olmak “fazlalık” hâline gelebiliyor sanırım.

Haberin Devamı

Toplumun kadınlık tarifi

Ve bir süre sonra bu fazlalık, eksiklik duygusuna yol açıyor anlaşılan. Şimdi size kitap cümlesi gibi gelen bu sözler, o an nasıl birden dilimden döküldü inanın bilmiyorum. Sanki önceden hazırlanmış bir konuşma gibi olduğunun farkındayım, ama gerçek şu ki daha önce hiç bu konuda düşünmemiştim.

Haberin Devamı

Belki kendim de çoğu zaman benzer hisler yaşadığım için bilinç altım bir süredir bu konuyu bana haber vermeden düşünüyordur, bilmiyorum. İnsan, ancak karşısındaki birini benzer durumda görünce meseleleri somutlaştırabiliyor. Oturup reçel yapmam, çocuğumun, köpeğimin tüm ihtiyaçlarını ille de kendim karşılamak için didinmem, ne kadar zorda olursam olayım eşime belli etmemeye çalışmam acaba çalışan, kazanan, iş hayatı olan bir kadın olmayı adeta suçluluk gibi sırtımda taşıyor olmamdan mı? Kim bilir, fazlalıklarımdan duyduğum eksikliktir belki de beni ev kadınlarının dahi yapmaya üşendiği şeyleri bile üstüme almaya zorlayan. Bu toplumun, genetik kodlarımıza kazıdığı kadınlık tarifinde, “çalışmak ve ayaklarının üzerinde özgürce durabilmek” makbul sayılmadığından mı dersiniz, tüm çalışan kadınlarda adeta bir özür gibi kendini paralama hâli...

Haberin Devamı

Oysa Avrupalı bir erkekle evli olduğu için hiç de bu duyguları paylaşmayan, bir başka kadın ne güzel nasihat vermişti bana zamanında: “Sen kendini hangi rafa koyarsan seni ordan alırlar! Alt katta teneke kutularla mı yoksa biraz uzanarak alınacak mesafede olmayı mı istersin, iyi karar vereceksin”. Ve şöyle devam etmişti: “Şahane bir kadın olduğunu ve seninle birlikte olduğu için kocanın çok şanslı olduğunu düşünürsen o da öyle hisseder. Aksi hâlde, didinir durur ama yine de kimseyi mutlu edemezsin. Sakın el altındaki raflarda durma!” Şimdi bir düşünün bakalım, siz hangi raftasınız?

DİĞER YENİ YAZILAR