Bozkırın ortasında bir vaha: Eskişehir

Eskişehir, gelenekle medeni yaşamı birleştirebilen ve bunları sanatla yoğuran yegane kenttir.

Bu hafta Eskişehir'deydim. Hem Erdal Özyağcılar ile tiyatro oyunumuz "Hoşgeldin Boyacı"nın turnesi vardı hem de Balmumu Müzesi için ölçü ve yüz kalıplarımız alındı. Bir taşla birkaç tuş vurarak, kalbimizi de Eskişehir'de bırakarak döndük. Uzun zamandır kıskançlık duygum bu kadar harekete geçmemişti. Dünya'nın neresine gidersem gideyim, bir şehrin gelişmişliğine dair baktığım iki kriter vardır. O şehirde sanat yaygın mı, bol tiyatro-konser salonu var mı? İkincisi de, şehrin gündelik yaşamı engelli vatandaşlar için uygun mu? Bu ikisi bir şehirde varsa orası medeni ve sevgi dolu insanların yaşadığı bir yerdir, kısaca," yaşanacak" yerdir. Emin olun ayak basmadığım yer yoktur memleketimde ama Eskişehir, gelenekle medeni yaşamı birleştirebilen ve bunları sanatla yoğurup halka sunan Türkiye'deki yegane kenttir.

Eskişehir, "Büyükşehir" olmasına rağmen nüfusu henüz 1 milyonu bulmamış bir kent. Buna rağmen, sadece benim kabaca saydığım 14 tane sahnesi var. 1200 kişilik salonları, seyirciyle her an dolup taşıyor. Öyle çok talep var ki, her hafta yeni repertuvar hazırlıyor sanatçılar. 15 milyonluk, dünyanın başlıca metropollerinden İstanbul'da oynayacak salon bulamazken, Eskişehir'deki Avrupa standartındaki sanat yaşamını görünce hem çok takdir ettim hem de kıskançlıktan şiştim. Biz AKM'ye bile sahip çıkmamışken, artık dünya merkezlerinden sayılan Taksim-Nişantaşı civarında tam donanımlı bir sahne bulamazken, Eskişehir'de benim oynadığım Sanat ve Kültür Saray'ında en az 500'er kişilik, iki salon vardı. Hem de ne salonlar...

Haberin Devamı

Örnek bir belediyecilik

Eskişehir'i baştan yaratarak bugünkü sanat kenti kimliğine kavuşturan efsan Başkan Yılmaz Büyükerşen, benim hayretle salonu incelediğimi görünce arkamdan gururla seslendi "operalar için kabuk kalkıyor, üç kat sofita, döner sahne ve orkestra boşluğu da asansörlü." İşte o an düşüp bayılıyorum sandım! Yahu bu ülkede salonları bir bir yıkıp kapatan belediyecilere alıştık da, "sofita"dan anlayan kaç belediye başkanı duydunuz siz! Aynı zamanda bir heykeltraş olan ve ülkemizdeki ilk balmumu müzesini açan, Londra'daki Madam Tussauds Müzesi'ndeki Atatürk heykelini beğenmediği için balmumu öğrenip, önce Anıtkabir'de duran Atatürk balmumunu yapıp sonra Koç'ların mali desteği ile Madam Tussauds'dakini değiştirip şu an duran Atatürk balmumunu kazandıran Yılmaz Büyükerşen, gençliğinde arkadaşlarıyla tiyatro yapabilmek için kanını satmış bir çılgın sanatsever. Dünyada beğendiği ne varsa şehrine taşımak için hayatını adamış örnek bir belediyeci. Londra'da tüm tiyatroseverlerin gözdesi "Covent Garden"ı beğenmiş, eski hal binasını hemen bu konseptten esinlenerek "Haller Gençlik Merkezi" haline getirmiş. Kentin her yanında, engelli vatandaşların kolaylıkla dolaşabileceği şekilde planlama yapıldığını söylememe gerek yok. Bırakın Yılmaz Hoca'nın eğitimci olarak yaptıklarını, mesela dünyanın tek Açık Öğretim Üniversitesi'ni ya da ülkemizdeki ilk Sinema Televizyon okulunu kurmuş olmasını ya da Belediye Başkanı olarak yaptığı muazzam işleri, her şeyden evvel , eskilerin deyişi ile "vatana millete hayırlı" bir insan olarak, vatandaş olarak hepimize örnek. 81 tane Büyükerşen lazım Türkiye'ye. Düşünün, adı gibi eskimiş, solgun kenti, bugün Boğaz kenarından gelenleri kendine hayran bırakıyorsa, böyle sanatçı ve aydınlık ellerde tüm dünyayı kendine hayran bırakmaz mı?

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR