Gazete Vatan Logo

“Uyuyan Kadın” haremde dekolte olduğunun ispatı!

Cariyeler göğüslerini güzelliklerini sergilemek için gösteriyordu

Tartışmanın fitilini önce İsmail Ağa Cemaati’nden Cüppeli Ahmet Hoca ateşledi. Önce Muhteşem Yüzyıl dizisinde Hürrem Sultan’ı canlandıran Meryem Uzerli için “Hürrem, paşanın karşısına nasıl öyle göğüsleri açık çıkıyor!” dedi, sonra da Valide Sultan’ın göğüs dekoltesini eleştirdi. Çok geçmeden Nebahat Çehre, Hoca’yı haklı bulup “Evet, dekolte biraz açık, kapanmakta fayda var” deyince dizideki Valide’ye dekolte ayarı yapıldı. Peki gerçek Osmanlı’da dekolte var mıydı, yok muydu? Konunun uzmanları Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy ve “Harem ve Cariyelik” kitabının yazarı Cengiz Göncü gerçek Harem’i yorumladı.

Türk toplumu dizilerden dolayı harem hayatına son dönemde iyiden iyiye merak saldı. Ancak bu merak dizideki kullanılan eşyalardan konuşma tarzlarına, giyilen kıyafetlere kadar birçok güncel tartışmaya konu oldu. Dizi yapımcıları her ne kadar dizi deki sahnelerin “kurgu” olduğunu öne sürseler de harem hayatının yanlış yansıtıldığı eleştirilerinin önüne geçemediler. Son olarak Mahidevran rolünü canlandıran Nur Fettahoğlu’nun “Ne güzel, demek ki güzel görünüyor ki eleştiriyorlar. O zaman daha çok açalım” demesiyle “göğüs dekoltesi” tartışması yeniden alevlendi.

Padişahların kıyafetleri saklanırdı, kadınların değil

54 yılını Osmanlı Haremi konusundaki araştırmalara ayıran, bu konuda 20’nin üzerinde kitap yazan sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy, 77 yaşında olmasına karşın hâlâ her hafta Taksim’deki Turkish Culture Foundation’da yabancılara Türk kültürü üzerine konferanslar veriyor. Kendini “Topkapı Sarayı aşığı” olarak tanımlayan Atasoy, bugüne kadar 12 binden fazla Türk eserini ve minyatürü fotoğraflayarak belgeledi. Son olarak yazdığı “Harem” kitabı Türkçe ve İngilizce olarak Topkapı Sarayı’nda satışa sunulan Atasoy, Topkapı Sarayı’nın kıyafet açısından son derece zengin olduğuna dikkat çekiyor: “Topkapı Sarayı’nda bir gelenek var. Padişahlar öldükleri zaman üzerlerindeki kıyafetlerin hepsi bohçalanarak saklanıyor. Bu bohçaya da bir kağıt liste iğneleniyor. Böylece hangi padişaha ait olduğu anlaşılıyor. Fatih Devri’nden itibaren bütün padişahların giyimlerine ait örnekler var. Ancak çok az kadın kıyafeti var, onlar da geç devirlerden... Çünkü Harem’deki kadınlar Harem’de yaşayıp ölmüyorlar. Padişah öldüğü zaman, Valide Sultan olmak üzere ölen padişahın bütün kız kardeşleri, eşleri ve cariyelerinin hepsi eski saraya gidiyorlar. Bu yüzden onların eşyalarını da padişahlar gibi saklama geleneği yok. Bundan dolayı kadınların kıyafetlerinden örnek kalmamış. Kazara kalan birkaç örnek var ki bunlar da geç devirlerden kalmış. 16-17. yıllardan kalma hiç kadın kıyafeti yok. Ancak bunları biz minyatürlerden görebiliyoruz.”

Cariyeler göğüslerini güzelliklerini sergilemek için gösteriyordu

Prof. Atasoy, Osmanlı Sarayı’nda Harem’de göğüs dekolte olup olmadığı tartışmalarına şöyle açıklık getiriyor: “Osmanlı Sarayı’nda dekolte vardı. Göğüsler gayet açıktı. Cariyeler, harem içinde göğüslerini güzelliklerini sergilemek açısından gösteriyorlardı. Bugün de öyle değil mi? Harem içinde göğüs dekoltesi serbestti. Hasekiler haremden çıkıp padişahın yanına gittikleri zaman da göğüslerini kapatmazlardı diye tahmin ediyorum. Çünkü cariyenin bir padişahın önüne nasıl gittiği konusunda bilgi verecek tek bir kaynak yok. Çünkü bu çok mahrem bir hayat bu. Kim oturur yazar? Ne haddine? Ama yaşam tarzını minyatürlerden biliyoruz. 13. yüzyıldan kalma Konya’da yapılan minyatürlerde bile kadınların boynunda inciler göğüsleri ortada. ‘Vakı Gülşah’ adlı bir aşk romanında bunu görüyoruz. Bunun Konya’da yapıldığını anladığımız minyatürleri var. O minyatürlerde Gülşah’ın memeleri görünüyor. Boynunda inci kolyeler, bir dizi ya da iki dizi inci kolyesiyle görülüyor. Kadınlar her devirde güzelliklerini gösterirler. Tabii başkalarına değil.”

Levni’nin minyatürlerinde cariyelerin göğüsleri belirgin

Atasoy, Osmanlı haremindeki cariyelerin kıyafeti hakkında ipuçları veren minyatürlerin birçoğunun gerçekçi tasvirler içerdiğini belirtiyor. Kadınları konu alan minyatürlerin yapımı 16. yüzyılda başlıyor. 17. yüzyılda ise minyatür repertuarı değişiyor. Bir albüm yapma geleneği ortaya çıkıyor. Gündelik hayattan sahneler minyatürlere yansıtılıyor. Dolayısıyla haremdeki kadınların da pikniğe giderken toplu şekilde veya tek olarak yapılmış figürlerine rastlanıyor. Özellikle 18. yüzyılda III. Ahmet döneminde Levni isimli bir sanatçı (nakkaş) ortaya çıkarak çok sayıda kadın figürleri yapıyor. Atasoy’a göre Levni’nin figürleri o dönem kadınının duruşu ve güzellik anlayışını doğru yansıtıyor: “Levni’nin 1720 yılına ait ‘Uyuyan Kadın’ portresi Osmanlı Haremi’nde dekolte kullanıldığının ispatı. Bu eser, uyuyan genç kadının tavrı ve dönemin ruhunu yansıtması açısından Levni’nin tipik bir yorumu. Figür devrin kıyafet ve zevkini yansıtıyor. Özellikle diğer bazı eserlerindeki cariye kadınların göğüsleri de giydikleri kıyafetlerde belirgin şekilde gözüküyor. Mesela, ‘Kendini Gül ile Güzelleştiren Kadın’ minyatüründe de göğüs dekoltesi var. Kadın sol eliyle saçına karanfil takarken sağ elinde bir gül tutuyor. Ceketinin turuncu rengiyle entarisinin yeşili klasik Osmanlı tarzına uygun zıt renklerden seçilmiş, uzun siyah saçları incilerle süslenip örülmüş.”

19. yüzyıldaki takma kol modasını alıp 16. yüzyılda Hürrem’e giydirmişler

Prof. Atasoy’un dizide kullanılan kıyafetler konusundaki en büyük eleştirisi dizideki cariyelerin kıyafetlerindeki kol kesimleri hakkında: “Hürrem Sultan’ın giydiği kıyafetler dizidekinden muhakkak ki daha ihtişamlı mıydı. Hürrem’in göğüs dekoltesi için bir eleştiri getiremeyeceğim. Çünkü o dönemde benzeri bir dekolte mevcuttu. Ama bir kere kıyafetinin kesimleri yanlış. Takma kol dikilmiş. Normalde öyle bir kol kesimi yok. O dönemde kullanılan cariye elbiselerinin hiçbirinde takma kol yok. Terzilerin ‘takma kol’ dedikleri, ayrıca bir kol yapılıp da elbiseye dikilmesi biçimi, ancak 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Batı’dan gelmiş bir modadır. Batı’dan gelmiş bir moda elbiseyi alıp 16. yüzyıla uyarlamışlar. Kanuni devrinde özellikle formu yeni ortaya çıkan sarık biçimini hiç görmemişler, gidip Kanuni’ye 18. yüzyıl sarıklarını giydirmişler. Harem Ağalarına da uyduruk sarıklar giydirmişler. Padişahlara da aynı şekilde takma kollu kıyafetler, vücuda yarık bir oturan elbiseler giydirmişler. Her şeyi yanlış, neresi doğru?”

Cariyeler padişahlara kendilerini beğendirmek için tavşan dansı yaparlardı

TBMM Milli Saraylar’ın bünyesinde hazırlanan “Harem ve Cariyelik” kitabının yazarı, Beylerbeyi Sarayı Müdür Yardımcısı Cengiz Göncü ise haremde dizideki gibi bir göğüs dekoltesinin kullanıldığına katılmıyor: “19. yüzyılda yapılmış meşhur bir Hürrem tablosu vardır. Ancak o tür resimler ve tablolardan yola çıkarak bir şeyler söyleyebiliriz. Cariye kıyafeti için Pierre Desire Guillemet’in 1874 yılına ait Saraylı Kadın ve Tefli Saray Kadını tablolarının ve Hürrem için de Schweiger’in ‘Kanuni’nin Hasekisi Hürrem Sultan’ tablosunun belirleyici olabileceğini düşünüyorum. Saraylı Kadın’da az da olsa göğüs dekoltesi görülebiliyor.”

Bacakları çıplaktı, bileklerinde altın halkalar vardı

Hareme girebilen şanslı yabancılardan biri İngiltere Kraliçesi Elisabeth’in III. Mehmed’e gönderdiği orgu 1599’da Topkapı Sarayı’nda kurmaya gelen Thomas Dallam. Cariyelerin kıyafetini şöyle tanımlıyor: “Büyük Efendinin bir avluda oynayan 30 odalığını gördüm. Uçları küçük inci dizileriyle örülmüş saçlarından onların çok güzel kadınlar olduklarını anladım. Başlarında sadece tepelerini örten sırma kumaştan küçük bir takke vardı. Pamuklu ince bir kumaştan kar gibi beyaz ve ince şalvarlar giymişlerdi, çünkü kumaştan baldırlarını görebiliyordum. Şalvarları dize kadardı; bazıları uzun kordoba çizmeleri giyiyordu, bazılarının ise bacakları çıplaktı ve bileklerinde altın halkalar takılıydı. Ayaklarında topuklu kadife potinler vardı.”

Sultan II. Abdülhamit’e İspanyol dansı ve bale yaparlardı

Cengiz Göncü, Sultan Abdülmecit’in katıldığı bir saray eğlencesini ise şöyle anlatıyor: “ Kadınefendiler (padişah eşleri) ve ikballer saz sofrasında toplanıp padişahı beklerler, ikinci hazinedar göründüğünde hepsi ayağa kalkıp sıralanırlardı. Sultan Abdülmecit girerken hepsi ayağa kalkıp sıralanırlardı. Sultan Abdülmecit, girerken hepsi bir defa yere eğilip temenna ederler. Padişah da ‘Memnun oldum, inşallah eğlenirsiniz’ diye iltifat ederdi. Saraydaki cariyeler tarafından icra edilen piyano, keman ve sazlardan oluşan küçük orkestrayı Sultan II. Abdülhamit de dinler, yine onlar tarafından yapılan İspanyol bale ve danslarını ilgi ile izlerdi.”

Hürrem Yüzüğü diye moda çıktı ama o dönem pırlanta yoktu

Prof. Atasoy, dizide kullanılan mücevherleri de eleştiriyor: “Ben mücevher uzmanı değilim. Ancak Hürrem’in yüzüğü diye moda çıkardılar şimdi. Halbuki pırlanta yok o dönemde, elmas var. Elmas da kesilmemiştir. Kesim yapılmıyor o zamanlar... Başlarda da öyle taç yok. Taç zaten Türklerde erkeklerde de yok. Taç lafı, Türklerde tarikat şeyhlerinin giydikleri başlıklara denir. Ama o da bizim Avrupa’da gördüğümüz taçlar gibi değildir. Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra Arap başlığını, yani üstüne kumaş sarılan tipte başlığı benimsemişlerdir. Onların formunda değişiklikler olur. Kimi yüksek, kimi alçak olur. Ama bizim sarık dediğimiz İslami başlığı adapte ediyor. O da İslami başlıktır. “

Haberin Devamı