Her şeyin başı: Güven

Biliyorum doğrusu ‘Her şeyin başı sağlık’. Güven sağlıktan sonra gelir diyebilirsiniz. Haklısınız, ancak finans ve iş dünyasını ilgilendiren “güven” kavramına biraz faklı cepheden bakmak gerekiyor. Nereden aklıma geldi derseniz?

Hayali bir ülke düşünün. Ülkede yaşayanlar geleceğe güvenmiyor, hükümetine güvenmiyor, bankalarına güvenmiyor, şirketlerine güvenmiyor, kurumlarına güvenmiyor, birbirine güvenmiyor ve nihayetinde geleceğe güvenmiyor. Ortada doğru dürüst çalışan mahkemeler olmadığından, doğal olarak hukuka da güven yok! Siz böyle bir ülkede değil iş yapmak, yaşayabilir misiniz?

Hep bir belirsizlik

Paranızı yatırdığınız bankadan, paranızı vadesinde alacak olmanın rahatlığının ne kadar kıymetli olduğunu hiç düşündünüz mü? Ülkemizde 2001 krizi öncesi böylesi endişeler yaşansa da 2001’den bu yana bu konuda bir endişe taşımıyor olmamızın nasıl bir “lüks” olduğunun farkında mısınız? Hayali ülkeyi veya Türkiye’nin geçmiş tecrübelerini bir an için kenara koyalım.

2008 krizi sonrasında ABD bankacılık sisteminde; sorunlu olanların bir kısmını birleştirme, bir kısmını kapatma, bir kısmını da sermaye arttırmaya zorlayarak güven sorununu büyük oranda çözdü. Halbuki AB öyle mi? Bir Alman bankası hariç sistemden çıkarılan banka olmadı. Stres testleri yapıldı, bankalar fazla “streslenince” test kriterleri gevşetildi. Bir de işin içine Brexit girdi. Birlik kalacak mı, devam edecek mi? Ayrılmak isteyen yeni ülkeler olacak mı? Hep bir belirsizlik. Belirsizlik artınca güven ortamını tesis etmek de zorlaşıyor. Bakmayın siz kısa vadedeki saman alevi gibi parıldayıp geçen piyasalara. Temeldeki güven problemi çözülemediği için Avrupa Merkez Bankası dünyanın “en eksi” faizini uyguladı bir süre... 2005 yılında Birlik Anayasası konusunda genel mutabakat sağlanamadığından bu yana, AB cephesinde üyelerin birbirine ve birliğin geleceğine olan güveni her fırsatta test edilir oldu.

Haberin Devamı

Hayati öneme sahip

Güven meselesi bizim ekonomimiz ve finansal piyasalarımız için hayati öneme sahip. 2001 sonrasında yaratılan güven ve istikrar ortamını kaybetme lüksümüz yok! Ancak 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan kararlar; OHAL’in uzatılması, Osmanlı tapusunun dahi halen daha itibarlı olduğu asırlardır özel mülkiyetin korunduğu bu topraklarda, suçun kişiselliğinin bir kenara atıldığı uygulamalar, güven ortamının bozulması riskini artırıyor. Tüm bu uygulamaların; net, ölçülebilir kriterlere göre hızla düzenlenmesi gerekiyor.

Haberin Devamı

Ülkede yaşayanlar için; ülkenin kurumlarına ve değerlerine olan güveninin korunması hayati öneme sahip. Özellikle de toplumu bir arada tutan ortak değerlere olan güvenin azalması tamiri çok zor hasarlara yol açacaktır. Hepimiz için güvenin kaybolması bir “an” meselesi. Tersine, güvenin oluşması veya kaybolan güvenin yeniden kurulabilmesi çok uzun zaman alan bir süreç.

Tesisi oldukça zor

Ülkedeki Türk-Kürt, laik-dindar, Sünni-Alevi kutuplaşması sadece iç barışı tehdit etmiyor, uzun yıllarda oluşturulmaya çalışılmış ortak değerlerimizin, ortak paydalarımızın da ortadan kalkmasına yol açıyor. Ortak değerleri azalan, bu değerleri erozyona uğrayan bir toplumda doğal olarak “güven müessesesi” de toptan erozyona uğruyor. Birbirimize olan, geleceğe olan, özel mülkiyetin kutsallığına olan güven azaldıkça ortak geleceği oluşturmak daha da zorlaşıyor. Tesisi zor, yıkılması an meselesi olan güven, her şeyin başı derken bunu kastediyordum. Sağlıktan sonra gelse de yaşam için en az onun kadar elzem. Sizce?

Haberin Devamı

(Not: Bu yazı Fortune Türkiye Kasım 2016 sayısında yayınlandı.)

DİĞER YENİ YAZILAR